On bir ayın sultanı Ramazan Top atıldığında fethedilen kaleler
Çok az yemek yiyen bilgeye sorarlar:
- Bir günde ne kadar yemek yemeli?
- Üç yüz gram kadar yeter, der.
Etraftakiler, "Bu kadarcık şey insana ne kuvvet verir ki?" diye itirazda bulunurlar hemen. Bilge cevap verir:
-Bu kadarı seni taşır. Bundan fazla olursa sen onu taşırsın.
İşte bizi bu anlayışa yükselten orucun tatlı telaşıyla Ramazan’ın manevi deryasında ilerlemeye devam ediyoruz. Bu uçsuz bucaksız deryada kimimiz bir tekneyle, kimimiz bir salla, kimimizde yatla yolculuk yapıyoruz. Eğer bizi hedefimize ulaştıracaksa ve vuslatımıza kavuşturacaksa hangi araçla yolculuk yaptığımızın ne önemi var. Ramazan’ın derin anlamlar yüklü yolculuğunda bizi sahile kazasız belasız ulaştıracak olanlardır önemli olan. O araçlarla amacımıza, gayemize varırız. Her akşam tatlı telaşları doldurur yüreğimize sevdiklerimizle kuruluruz iftar sofrasına. Yiyeceğimiz yemeklerden çok bir arada olmanın mutluluğu sarar benliğimizi. Şükreden bir insan olarak Yaratıcımıza verdiğimiz sözü yerine getirmenin hoş ferahlığıyla bekleriz topun atılmasını.
Top atılırken kulak kabartırız. Gönül dünyamızdan gelecek nidalara dikkat kesiliriz. Çünkü her akşam top atıldığında içimizde katmerleşmiş kaleler bir bir yıkılır. Önce gurur kalesini yıkarız. ‘Oruç tut’ emrini verene gösterdiğimiz itaatle yerle bir olur o bir türlü alt edemediğimiz kale. Paramparça olur, anlar ve bilir yücelerden bir yüce, ötelerden öte bir Yar vardır. Sonrasında acelecilik kalesi yıkılır. ‘Acele işe şeytan karışır’ sesine sarılırız. Sabırla olgunlaşırız. Acelecilikten, plansızlıktan, hesapsızlıktan dolayı düştüğümüz savaşın içinde sabır siperine sığınır ve felaha ereriz.
İçimizde daha nice kale inşa etmişizdir. Hayatın hızı karşısında farkına varamadığımız. Mesela unutkanlık. İyi günlerimizde unutuveririz kötü günleri. Bolluğa kavuştuğumuzda kimin aklına gelir eski dostlar, arkadaşlar. Ya vefasızlık kalesine ne demeli. Vefa’yı İstanbul’da bir semt haline getiren bizim içimizde hırs, kibir, nezaketsizlik tuğlalarından ördüğümüz taşlar değil midir? Sadakati bize unutturan o kalede yaşıyor olmamızdır.
Her topla birlikte yıkılan kalelerden sonra üzeri küllerle kapanmış duygularımız harekete geçer. Bir günde filizlenir, yeşillenir, meyve vermeye başlar. Yaratıcıya şükretmek bize insanlara da teşekkür ettirmeyi öğretir. Kibarlığından dolayı otobüste bize yer veren gençlere teşekkür ederiz. Ekmeğimizi güzelce gazete kağıda sarıp veren bakkala teşekkür ederiz. İşyerimizde çayımızı getiren çaycı teyzeye teşekkür ederiz. Sevmeyi bize yaşattığı için sevdiğimize teşekkür ederiz. Annemize, babamıza, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, dostlarımıza, iş yerindeki arkadaşlarımıza…