Dünya Çapında Bir Gönül İnsanı Mehmet Emin ER Hocamız.
Mehmet Emin Er Hoca, Nizip'in tanınmış şahsiyetlerindendir. Nizib'e bir çok değerli insan kazandıran bir mekteptir. Hocamız, sadece Türkiye'de değil, dünya çapında hizmet eden bir gönül insanıdır. Onu herkes Nizipli sanmasına rağmen, aslında o Diyarbakır'ın Çermik ilçesinde 1910 yıllarında doğmuştur. Doğum tarihini aslında kendisi de tam bilmez. Çünkü onun doğduğu dönem, Osmanlı'nın en çalkantılı dönemidir. Nüfus kayıtlarını tutmak bir lüks işidir. Üstelik doğan çocuklardan çoğu büyümeden öldüklerinden kimsenin gidip bu kaydı yapmak gibi bir derdi de bulunmamaktadır.
Hocamız, her ne kadar Diyarbakırlı olsa da o, ömrünün en verimli çağını Nizip'in Kertüşe (Kıratlı) köyü ile Gaziantep'de geçirdi. Bölgeye bir çok değerli insan kazandırdı. O dönem, adı Kertüşe olan Kıratlı köyünde bir medrese kurarak talebe yetiştirdi. Neredeyse her hafta sonlarını da Nizip'te geçirerek Nizip'in değerli din adamlarıyla dini ve fikri sohbetler yaptı. Onların sohbetlerinin lezetinin tadına varan Nizipliler bölgelerindeki bu değerli ilim adamlarının sohbet sofralarının en güzel meyvelerinden nasiplendiler.
Hocamız, Nizib'i gönülden sevdi. Buraya kendi evlatlarını yerleştirdi. Nizipli oldu. Ama onunun neden Nizib'e geldiği de ayrı bir sohbetin konusu. Biz bunu merak ettik. Siz değerli okuyucularımız için bizzat kendisine sorduk.
Bize kendi tatlı ifadesiyle Nizib'e gelişinin tamamen kendi iradesi dışında gerçekleştiğini beyan etti. Şeyhi, Şeyh Seyda Antep ve Nizip bölgesinde insanların islamdan uzaklaşmaya başladıklarını beyan ederek özellikle Kertüşe ve civar köyleri zikr ederek ondan buraya gitmesini ve bölgeyi tekrar islama kazandırmasını ister. Hocamız, şeyhinden aldığı bu görevle Kertuşe'ye gelir ve buraya en değerli 18 yılını verir.
İsterseniz o anı hocamızdan dinleyelim: "1961 yılında Gaziantep ilinin Nizip ilçesinin Kertişe köyüne imam olarak gittim.Bu köye niçin gönderildigimi ilk sıralar bende tam olarak bilmiyordum.Ama beni gönderenlerin manevi bir telkinleri vardı.İmamlık haricinde bu köyde talebelere ders vermeye de başladım.Bu vesile ile o köydeki talebelerden dört-beş kişi islâmi ilimlerde icazet alacak dereceye yükseldiler.Köy ahalisi dini yönden çok gerideydi. Köy olmakla beraber hemen hemen bütün dükkanlarında içki satılırdı.(köyde toplam beş dükkân vardı) Ayrıca kumar oynayanların sayısı da yüksekti.İslami kaidelere dini açıdan uyan pek yoktu.Mesela köylülerden birisi beş kadınla evlenmişti.Bir başkası da kız ile kızın teyzesini birlikte nikahlamıştı.Bu insanlara dini ve ahlaki vecibeleri anlattım.Uzun bie uğraştan sonra Neticede köy düzeldi. Köyde minareli yeni bir cami yaptırdım. Yol, elektrik getirmeye çalıştım. Köy diğer köylere nispeten din bakımından en geri iken hemen hemen en iyilerden oldu. Bilahare Gaziantep merkeze nakil oldum. Diyanet sitesinde imam müezzinlere bazı öğretmenlere ilm-i aletten ve feraiz ilminden ders vermeye başladım. Bu köye ilk geldigimde resmi görevli degildim.Ancak Diyanet İşleri ve Müftülük beni resmi imam olarak görevlendirdi.”Kendisine bu görüşmeden dolayı teşekkür ettik. Hocam bu vesileyle tüm Niziplilere selamlarını iletti.
Hocamizin Dünyadaki Alimlerle Yaptiği Görüşmelerden
HOCAMIZIN DÜNYADAKİ ALİMLERLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERDEN
Kurban Bayramından bir hafta sonra Mekke-Cidde’den Mısır Kahire’ye gittim. Orada beni Türk talebeler karşıladılar. Misafir ettiler. Orada bir çok ulema ile görüştüm. Onları ziyaret ettim. O Alimlerden birisi Şa’ravî idi. Bazı Kuran ayetlerinin tefsirini kendisinden sordum. İkna edici bir cevap alamadım. Siyasetle ilgili olduğu için onu iki jandarma koruyordu. Herkesi ziyaretçi kabul etmiyordu. Bana bir kitap hediye etti. Şeyh İbrahim’i ziyaret ettim. Bu zat ehli tarikat olup mensupları çoktu. Sohbetleri oluyordu. Bu sohbetlerine çok gelenler vardı. Çok mütevazi idi. Onun için bir çok soruları benden sorardı. Cemaat istifade etsin diye!.. Başka bir şehirde oturan büyük bir doktor da o gün sohbette vardı. O da şeyhin müritlerindendi. Londra’da doktorlar cemiyetinde de üye idi. beni kendisinin ikamet ettiği şehre davet etti. Kız Kur’an kursu müdürlüğünü da yaptığını kurslarının olduğunun söyledi. Telefonu bana verdi. Benim de telefonumu aldı. Bana: “Şehrimize geleceğiniz zamanı ve kaç kişi ile geleceğinizi bildirin. Size ona göre vasıta göndereyim” dedi. Müsait bir zamanda telefon ettik. On beş kişi kadar kadın-erkek gedeceğimizi bize bir minibüs göndermesini söyledik. Gönderdi gittik. Bize: Bende hanımım da göz doktoruyuz. muayene olmak isteyenleri edelim” dedi. Ücretsiz olduğu için her kes muayene oldu. Erkekleri kendi kadınları hanımı muayene etti. İlim ve ilme teşvik konusunda benden bir konuşma (sohbet) istediler. Kabul ettim. Konuşmayı yaptım. Yemeklerden ikramlardan sonra tekrar Kahire’ye döndük. Gece döndük. Başka meşayıhlerin de ziyaretine gittik. Çok yaşlı ayağa kalkmayacak durumda bir şeyhi tavsiye ettiler. Vasf ettiler Ziyaret ettim. Önceden izin alıp gidiyorduk. Bunun için bu zat da gideceğimizi biliyordu. Gittiğimizde kendisini ziyaret etmek istedim. Müridlerine koltuğuma girin dedi. Koltuğuna girip ayağa kaldırdılar. Öylece kucaklaştık. Bu meşayihler ziyaretçi pek kabul etmiyorlardı. Fakat Türkiye’den bir alim gelmiş. ziyaretine gelmek istiyor denince kabul ediyorlardı. Bu şeyh te seyyid idi. Kendi Teliflerinden bazılarını bana hediye etti. Kahire’nin meşayihleri olsun alimleri olsun, hatta avamdan insanlar olsun tevadu (tevazu) sahibi idiler. Ehli tevazu idiler. Bazıları memurluk yapmış emekli olmuş kişiler idi. Bizi evlerine davet edenler oldu. Bu davetlerde bize şunları anlattılar: ....”Din düşmanları bizi kandırdılar. Osmanlıları bize kötü gösterdiler. Senelerce bu şekilde gençlerimize dersler verildi. daha sonra anladık ki aldanmışız! Bir çok konuları ders kitaplarından çıkardık. Sultan Abdulhamid’e ait bazı notlar elimize geçti. Tam kanaata vardık ki hilafı hakikatte olmuşuz!”
Ezher Camiini ziyaret ettik. Öğle namazından çıktıktan sonra bazı gençlerle mülakatamız oldu. İçlerinden birisi beni ısrarla evine davet etti. Ben de bazı özürler gösteriyordum. Bana telefonunu verdi. Ne zaman musait olursan o zaman haber ver gelir seni alırım dedi. Bana o zatın milletvekili olduğunu söylediler. Telefonunu aldım, fakat davetine icabet için müsait bir zaman bulamadım. ben orada bir hafta kalmak üzere bileti ayarlamıştım. Fakat razı olmadılar. Gittiler biletin müddetini uzattılar. Lecnet’ül-ulema (ulema cemiyeti)’nin ziyaretine gittim. Bu cemiyet on bir kişiden müteşekkil bir heyeti idi. Benimle sadece Başkanları muhatap oldu. Bazı soruları sordum. Fakat ilmi bir cevap alamadım. Ezher’de yapılan konferansların özetinden ibaret büyük bir kitap bastırmışlardı. Bundan bir tane bana hediye ettiler. Büyük ulemadan eskiden müftülük, Şeyhülislamlık yapan ulema cemiyeti azalarından Hüseyin Mehmet Mahluf’u ziyaret etmek istedim. Kendisi hasta olduğu halde gitmemizi telefonla bildirip kabul etti. Benemle beraber altı yedi tane arkadaş vardı. Bazıları ilahiyat hocaları bazıları da doktora talebesiydi. bizi önce misafirhanede oturtuular. Gereken ikramı hizmeti yaptılar. Hizmetleri yapan alim zatın, milletvekili olan genç oğlu idi. Bu milletvekili olan zat daha sonra bizi başka bir odaya götürdü. Bu odada alimin bütün telifatı vardı. Her birisinden birer tane hediye olarak alın dediler. daha sonra “Hoca efendi ağır hastadır dediler. Yani ziyaret bu kadar olsun. Onu incitmeyelim daha demek istediler. Ben de dedim ki, hususi ziyaretini istiyoruz. Teberruken ziyaret edip döneceğiz. Soru sormayacağız. Kendisine haber verdiler kabul etti. Yukarı kata çıkıp yattığı odaya girdik. Karyolada yatıyordu. Orada ziyaret ettik. Bize dualar etti. Bir şey demedi. Resmini çektiler. Sonra hoca efendi kendi teliflerinden birisin daha bana özel hediye etti. Sonra Vedalaştık. Şeyh’ul-ezherde Doktora merasimi vardı oraya gittik. Tezler müzakere edilirken itirazlar, cevaplar oluyordu. Bu münakaşa esnasında tezini savunan kişi sorulan bir soruya iknâî cevap verince onu alkışladılar. Bunun üzerine Ezher Şeyh’ul-islam’ı veya onun vekili olan zat yüksek sele: “Alkışlamayın. Şimdiye kadar melekler vardı. onlar çıktılar. Şimdi şeytanlar geldiler” diye seslendi. Ondan sonra alkışlama olmadı. Dediler Amerikalı bir profesör Müslüman olmuş, El ân burada üniversitede. İngilizce okutuyor. Ben, onunla görüşmek istediğimi söyledim. Kendisine bu isteğimi söylediklerinde, zaman ve mekan şart koşarak cevap verdi. Ben de kabul ettim. Söylediği zaman ve mekanda görüştük.
Dedim ki kendisine; sen bir profesör olduğun halde, nasıl ve neye dayanarak Müslüman oldun? Daha çok sorular sordum. Cevaplar verildi. Bu soru ve cevaplar kitap haline getirildi. Fakat şimdi o kitabı bulamıyorum. Netice olarak dedi ki : “İslam dini akıl mantığa uygun olduğundan; Hıristiyanlıkta ise hurafeler olduğundan, şüpheiz kanaat ettim ki; Hak din ancak İslam olabilir. Hıristiyanlığı terk ettim. Müslüman oldum. Münakaşalar yaptım”. (Bu profesörle yaptığım mülakatın kitap haline getirildiğini söylemiştim. Şayet o kitabı bulabilirsem daha geniş malumat ekleyeceğim. Şimdilik bu konuda bu kadarla iktifa ediyorum).
Daha sonra yaşlı büyük bir alimi ziyaret ettik. Çok ihtiyardı. Koltuğuna girip ancak ayağa kaldırabiliyorlardı. Kulakları işitmiyordu. İşitme cihazı olmasına rağmen elindeki mikrofonu konuşanın ağzına vererek ancak işitebiliyordu. Kuranı Kerimin “TUR” suresinde geçen “evlatları babalara ilhak ederiz” mealindeki ayetin tefsirini kendisinden sordum. Çünkü bu hususta beş on tefsire müracaat ettiğim halde aradığım manayı bulamamıştım. Hatta bir çok alimlere de sorduğum halde iknâî bir cevap ta alamamıştım. daha evvel Şa’rani’den de sormuştum. Fakat onun açıklamaları da tatmin edici, ikna edici olmamıştı.
Burada bana müşkil olan: İman şartı ile her evlad babaya ilhak edilince Peygamber olmayan evladlar Peygamber olan babaya ilhakı lazım geliyor. Fakat akidece şunu kabul ediyorum ki peygamber olmayanlar peygamberlerin makamına nail olamazlar!.. Saniyen de; bazı fasık kimseler salih babaları ile iftihar ediyorlar. O zaman bunlar davalarında haklı oluyorlar! O alimin verdiği cevap şöyle oldu: “Evladın babaya ilhakı hesabı zahirdir. Lezzeti her kes ameline göre alır”. Ben de bu manaya varmıştım. Kanaat olarak. Fakat kendime arkadaş arıyordum.