Bir varmış, bir yokmuş…
Âhir zaman içinde,
insanlar hüsran içinde…
Develerin nesli tükenmiş iken,
pireleri ise görenlerin sayısı azalmış iken,
şehirlerde trafik tıngır mıngır ilerlerken…
Takvimler 2032’yi gösteriyormuş. Bu yıllarda zenginler az, fakirler çokmuş. Ülkelerin birinde Şahkan adında bir başbakan yaşarmış. Bu başbakanın ülkesinde insanlar oldukça mutsuz ve huzursuzmuş. Bu duruma son vermek isteyen Şahkan, Sükût Meclisi’ni toplamaya karar vermiş. Sükût Meclisi, oldukça bilge insanlardan oluşurmuş. Sadece Başbakan’ın talimatı ile toplanırmış. Sabah 09.00’da oturum başlar, 5 dakika içinde günün sorusu ya da konusu okunurmuş. Sonrasında ise herkes 3 saat süreyle düşünceye dalarmış. Bu süre zarfında çay kaşığının bardağa dokunmasından çıkan sesin dışında bir ses kesinlikle çıkmazmış. Süre dolduğunda, bilge insanlar sırayla düşüncelerini söyler ve tartışırlarmış. Bir Perşembe günü, Şahkan’ın talimatı ile toplanan meclise şu cümleler okunmuş: “İnsanları mutlu edecek bir sır ve yöntem geliştirmenizi istiyorum. Bu yöntemin uygulaması kolay olsun. İnsanlar mutsuz olduklarında bu sır ve yöntemle birlikte kısa sürede mutluluğu yakalayabilsinler.”
Şahkan’ın bu cümlesinden sonra 12 bilge düşünceye dalmış. Soru oldukça zormuş. İnsanları mutlu edecek sade ve basit bir sır bulmak herkesin harcı değilmiş. Bilgelerin zihinlerinde fırtınalar kopmuş. Düşünce ve hayal âleminde nice fikirler savaşmış. Ve üç saat bir çırpıda geçivermiş. Ardından hararetli bir tartışma başlamış. Tartışma aralıklarla gece on ikiye kadar sürmüş. Gece on iki olduğunda sükût meclisinin bir cümlelik kararı açıklanmış. Ardında ise yapılacak işlemler sıralanmış. Bu meclis tüm düşüncelerini bir cümlede toplayacak kadar ustaymış. Bu bir cümle ve sonrasında yapılacakların listesi Şahkan’a gitmiş. Şahkan bu cümleyi ve projeyi her zaman olduğu gibi hayranlıkla karşılamış. Ertesi gün bir yazılım bir de gözlük firması görüşmeye çağırılmış. Proje onlara aktarılmış. Yazılım firması kendinden beklenen bir çabuklukla bir ay içinde yazılımı tamamlamış. Gözlük firması ise üzerinde toplu iğne başı büyüklüğünde bir kamera, çerçevesine çip yerleştirme imkanı olan kulaklıklı gözlüğü kısa sürede tamamlamış. İkinci ay iki firma ortaklaşa çalışmış. Pilot çalışmalarının ve deneme sürümlerinin ardından başbakanın önüne bir gözlük gelmiş.
Aslında Şahkan’ın o gün morali çok bozukmuş. Gözlüğü gözüne takmış, etrafa bir göz atmış. Gözlüğü takmasıyla keyfi yerine gelmiş. Gözlüğün seri bir şekilde üretilmesi talimatını vermiş. İlerleyen aylarda gelen tekliflerle birlikte gözlüğe son hali verilmiş ve seri üretime geçilmiş. Ve “Nazar” adı verilen bu gözlükler, dördüncü ayın sonunda tüm halka ücretsiz olarak dağıtılmış. Gözlüğü kullananların hayata bakış açısı değişmeye başlamış. Mutluluğu ve şükrü artmış. Gözlük insanları nasıl mı mutlu ediyormuş? Gözlük, bakılan nesneyi kaydediyor sonrasında ise kulaklığından bu nesne hakkında çeşitli bilgiler veriyormuş. Diyelim ki, suya baktınız. Suyun etrafında bir parlaklık oluşuyor ve kulaklıktan şöyle bir ses geliyormuş: “Biliyor musun, Afrika’da insanlar içilecek su bulmak için her gün ortalama 3 kilometre yol kat ediyor. Ve buldukları su genelde çamurlu ve pisli bir su oluyor. Şükredecek çok şey var.” Ayakkabıya mı baktınız. Hemen ayakkabı üzerinde yıldızlar çıkıyormuş. Ve sonrasında ise şöyle bir ses kulağa fısıldanıyormuş: “Dünya da 300 milyon insanın hiç ayakkabı giymediğinin farkında mısın? Şükredecek çok şey var.” Ya da markete gittiğinizde gözlükten şöyle bir mesaj geliyormuş: “Burada gördüğün ürünleri rüyasında bile göremeyen milyonlarca insan var. Öyleyse şükredecek çok şey var.” Gözlükten gelen mesajlar hep şu cümle ile son buluyormuş: Şükredecek çok şey var. Gözlüğün bir özelliği de aynı nesneye baktığınızda her defasında farklı mesajlar sunmasıymış. İnsana sahip olduklarının kıymetini bildiren gözlük sayesinde halkın bakış açısı değişmiş. Bir süre sonra şükür bakış açısını yakalayan halk, gözlük olmadan da sahip olduklarının kıymetini idrak eder duruma gelmiş.
Gelelim Sükût Meclisine. Onların Şahhan’a sunduğu raporda geçen o meşhur cümle şuymuş:
“İnsan şükredebildiği kadar mutludur.”