1960’lı, 50’li, 40’lı ve daha eski tarihlerdeki Nizip
Uzunçarşı’ya yapılan nostaljik bir zaman yolculuğu…
45 yılı aşkın bir süredir yaşı yetmişin, seksenin
üzerinde ki yaşlı (kadın olsun, erkek olsun) insanlarımızdan,
çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerinden kalma Nizip ve
Nizipliler hakkındaki hatıralarını (görüp yaşadıklarını ve
kendilerinden yaşlı yakınlarından duyduklarını ) öğrenme
ve dinleme merakım vardır.
Ben sorarım, onlar anlatır, ben not tutarım.
Yaşadığım kentin tarihsel geçmişini, etnik ve inanç zenginliğini
ve de onların (ırksal, dinsel, sınıfsal ve zümresel) ilişki kurma
biçimlerini, insan profillerini, geçmiş yıllardaki kent dokumuzu,
yakın atalarımızın yaşam standartlarını, iş ve komşuluk
ilişkilerinde ki (sevgi-saygı, yardımlaşma ve dayanışma) düzeyini,
sosyo-politik, sosyo-kültürel ve kentsel konulara yaklaşımlarını,
değişim ve yenilikler karşısındaki tavır ve davranışlarını, tepki ve
benimseme kriterlerini; kişilik ve arkadaşlık bazında huylarını-huslarını
öğrenmek beni heyecanlandırır; kâh hüzünlendirir, kâh sevindirir
ve de ‘geçmişimize dair’ ziyadesiyle bilgi birikimi edinmemi sağlardı.
Dünümüz ile bugümüz arasındaki sosyal, ekonomik ve kültürel
farklılıkları emin ağızlardan (Ali Rıza Muallimi (Aydeniz), İzzet
Fadil (Oğuz) Hacı Ahmet Hüseyin (Sayın), Asaf Mahmut (Oğuz),
Kara Yahya (Cengiz), Hacı Mithat Uygur, Ahmet İmamoğulları,
Kemal Sayın, Yüzbaşı Mehmet (Öztekin), Tenekeci Ökkeş
Akdoğdu ve daha birçok saygın büyüklerimden) öğrenmek ve
dünümüz ile bugünümüz koşullarını mukayese etme imkanı
bulmak; onların geçmişe dönük anlattıklarıyla nereden
nereye geldiğimizi görmek, beni hayretlere düşürür, olgunlaştırır
ve de yarınlarda bizi bekleyen kentsel sorunlara karşı
cevaplar üretebilmek için fikirsel ve birikimsel tecrübeler edinmemi
sağlar ve de bakış açımı zenginleştirip, ufkumu açardı.
Nizip’in dünü hakkında not tuttuğum bu anlatıların bir kısmını
değişik tarihlerde, birçok yerel gazete ve dergide yayınlanan
yazılarımla günümüz genç kuşaklarına ulaştırmaya çalıştım.
Bu yazımda, 1950’li, 40’lı ve daha eski yıllara ait
anlatısal notlarımın arasında bulduğum Uzunçarşı’nın altmış,
yetmiş, seksen yıl önceki işlevsellik durumunu sizlerle
paylaşmak istedim… Çünkü, bu dergide (Gaziantep KIRKAYAK’ta)
‘’özellikle Nizipli’’ okurlar olarak bu yazımı okuyunca, 1930’lu, 40’lı,
50’li yılların Nizip’ine sizler de zamanda bir yolculuk yapıyormuş gibi,
şöyle bi gidip gelin; uzak yakın hatıralarınızı canlı tutun, istedim.
Burası Uzunçarşı
Esnaf ahi yoldaşı
Siftahı paylaşırlar
Dosta düşmana karşı…
Uzunçarşı, Nizip’in en ünlü mekanıdır… Küçük çaplı
işliklerin, meslek erbaplarının, zanaatkarların ve genel manada
onlarca esnaf türünün bir arada hizmet sunduğu bir alış-veriş
merkezidir, Uzunçarşı… Sabancısı, çulcusu, semercisi, tenekecisi,
ibrikçisi, kalaycısı, bıçakçı-çarkçısı, gaz yağcısı, tütüncüsü,
haphapcısı (takunyacısı), üdürgücüsü (dülgercisi), hasırcısı, kilimcisi,
şurupçusu, nalbantı, yemenicisi, köşkeri, müsbahcısı (gusülhane),
şalvarcısı, eşekçi hanları ve eşekçi kahveleri, mahzereleri, sarrafları,
hem dişçi, hem sünnetçi, hem de berber olanları, şurupçuları,
şerbetçileri, ciğercileri, kasapları, zembilcileri, tandırcıları, külekçileri,
attarları, bakkalları, manifaturacıları, tahta darabacıları,
tornacıları-tamircileri vb ile ünlüydü Uzunçarşı…
Ve yüzlerce yıl öncesinden, son kırklı yıllara kadar Nizip’in
alış-veriş yapılan tek mekanıydı. Günümüz Uzunçarşı’sı; düne
göre birçok iş birimini ve birçok tarihi binasını kaybetmiş olsa da
hâla aktif bir şekilde varlığını ve işlerliğini sürdürmektedir
Uzunçarşı esnafının iş ahlakı:
Ahilik Kültürü uzun süre (başlangıcından 70’li yıllara kadar)
Uzunçarşı esnafınca yaşatılmıştır. Sabah namazından sonra
dükkanını açan ve birbirine yakın esnaflar, komşularını gezerek
‘’siftah benden, bereket Allah’tan’’ deyip, tezgaha, teraziye ya
da zemine bir-iki kuruş bırakılardı. Borca alış-veriş
yapanlar (hatta, veresiye defterinde çok yer kaplayanlar dahi)
siftah alışverişini peşin yaparlardı. Siftahını yapan esnaf,
müşterisinin (kendinde bulunan) diğer ihtiyaç isteğini, kibar
bir ifadeyle ‘’Ben siftah yaptım. Onu da komşumdan alırsan
iyi olur’’ diyerek meslektaşına yönlendirirdi. İstisnai hata ve
dalgınlıkların haricinde, eksik tartan ve ölçen esnafa rastlanmazdı.
Hileli ve bozulmuş ürünleri kimse dükkanına koymaz ve yalan-
yanlış ifadelerle kimse müşterisini aldatmazdı. Kimse başkasının
müşterisini çevirmez ve de ‘’bende da iyisi ve ucuzu var’’ diyerek
rekabet ortamı oluşturmazdı. Esnaflar, mal temini ve karşılığında
yapacakları ödemeler için (aynı işi yapanlar dahi) birbirlerine
arka çıkar, sıkça birbirlerinden borç alır, borç verirlerdi.
Kırsal kesimden gelen müşterilerin çokluğundan ötürü,
cuma günleri Uzunçarşı esnafının bayram arifesi
günü gibi bereketli olur, Uzunçarşı müşterilerle dolar taşardı.
XXX
Kentsel bir yerleşim mekanın ünü, sosyo-ekonomik işlevsel
hizmetinden, yerleşim merkezine olan yakınlığından,
çok yönlü yararından ve vazgeçilmez olmasından ötürüdür.
Günümüzden elli, altmış, yetmiş yıl önce‘’Nizip’’ denince
çevre illerinde, ilçelerinde, beldelerinde ve köylülerinde
yaşayanların aklına ilk gelen ‘’Uzunçarşı’’ olurdu. Çünkü o
yılların Nizip’inde büyüklü küçüklü tüm işyerleri (Kuzey’den
Güney’e uzanan) ince-uzun bu çarşıyla sınırlıydı.
Nizip kentsel yerleşimi, binlerce yıl önce Nizip Çayı’nın doğu
havzasında başlamıştır. Nizip Çayı ile Uzunçarşı’nın arasındaki
mesafe (yer yer) beşyüz ile bin metre arasında değişir. Nizip’in evleri
uzunca bir zaman dilimi içinde Uzunçarşı’nın doğusunda ve
batısında konuşlanmıştı. Yani o günlerin Uzunçarşı’sını Nizip’in
merkezi olarak addetmemizde konumsal bir sakınca yoktur, diyebiliriz.
Yakın tarihimizde, yeni yerleşim alanları kentin doğusuna
doğru yayılmaktadır. Bunun başlıca nedeni (o günlerin imar
anlayışıyla) kentsel yerleşim alanının batısında yer alan
Nizip Çayı ile Taşbaş Dağı’nın bir engel olarak addedilmesiydi.
Kentin batısı hâla 40’lı, 50’li yıllardaki sınırlarda kalmış,
ama şu gün için her biri başlı başına birer tarih mirası ve
ibretle gezilip görülecek birer kültür abidesi olarak kalması
gereken yapılar, havara taştan, kerpiçli, oymalı ve ahşam
yapılar, ‘ne yazık ki’ varlıklarını (sıvalı-sıvasız, boyalı-boyasız)
betonarmelere bırakmıştır.