Orucun Toplum Hayatına Bakan Faydalari
Orucun emredilmesinin hikmetlerinden birisi de, toplum hayatındaki farklı tabakaların birbirlerinin hayat şartlarını daha iyi anlamalarına vesile olmasıdır.
İnsanların geçim şartları farklı farklıdır. Kimileri zenginken, kimleri de fakir olarak hayatlarını sürdürürler. Cenâb-ı Hak, bu farklılığa binaen, zenginleri zekât ve sadakalarla fakirlerin yardımına davet ediyor. Hâlbuki zenginler, fakirlerin acınacak acı hallerini ve açlıklarını normal şartlarda anlayamazlar. Ancak oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, kendinden başkasını görmeyen ve düşünmeyen çok zenginler, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu tam olarak anlayamaz.
İnsandaki hemcinsine şefkat ise, hakikî bir şükrün esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden daha fakirini bulabilir; ona karşı şefkat etmekle yükümlüdür. Eğer bir insan için, oruçla nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla yardım etmekle yükümlü olduğu muhtaç insanlara ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakikî olarak o hâleti kendi nefsinde hissetmez.
Orucun Nefis Terbiyesine Bakan Faydaları
Orucun emredilmesinin hikmetlerinden birisi de nefis terbiyesi için en ideal ibadet olmasıdır. Çünkü nefis, kendini hür bilir ve serbest hareket etmek ister. Hatta kendisinde bir nevi rububiyet olduğunu zanneder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Eğer dünyada serveti ve kudreti de varsa, gaflet de gözünü kapamışsa, bütün bütün gasbedercesine, hırsızcasına, İlâhi nimetleri, nimeti veren Yaratıcısını düşünmeden adeta hayvan gibi yutar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, köledir; hür değil, kuldur. İzin verilmezse, en basit ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, kulluk halini takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.
Ayrıca Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, kul olduğunu bildirir.
Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”
Azap vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ben benim, Sen sensin.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten yani benlik ve gururdan vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”2
Orucun, İnsanın Aczini Anlaması Açısından Faydaları
Orucun, insanın ihtiyaçlarının çokluğu açısından ne kadar fakir olduğunu ve bu ihtiyaçlarını karşılamakta ne kadar aciz olduğunu anlaması açısından pek çok faydaları vardır. Bir faydası şudur ki:
İnsan, gafletle kendi mahiyetini unutabiliyor. Ne kadar aciz, fakir ve kusurlu bir varlık olduğunu görmez veya görmek istemez. Oysaki insan nefes ve su gibi hadsiz maddi ihtiyaçlarının yanında, sevgi ve şefkat gibi hadsiz manevi ihtiyaçların hepsine muhtaçtır, yani bunların fakiridir. Ve bu ihtiyaçlarının çok az bir kısmını kendisi temin edebilir, çoğunun temininden acizdir. Su için yağmur yağmalıdır. İnsan yağmuru yağdırmaktan acizdir. Bir ekmek yiyebilmesi için güneşin çalışması, dünyanın dönmesi, bulutların vazife görmesi gibi pek çok sebep çalışmalıdır. Oysa insanın bu sebepleri çalıştırmaktan ne kadar aciz olduğunu herkes bilir.
Hem insan, ne kadar zayıf, yok olmaya müsait, musibetlere maruz ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Sanki çelikten bir vücudu var gibi, kendini ölümsüz zannedip dünyaya saldırır. Şiddetli bir hırs, açlık, ilgi ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini şefkatle terbiye eden Yaratanını unutur hem de hayatının yaratılış gayesini unutup, ebedi hayatını düşünmez ve günahlar içinde yuvarlanır.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve inatçılara da, ne kadar zayıf, aciz ve fakir olduğunu hatırlatır. Açlık vasıtasıyla midesini düşünür; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlır. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu fark eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, acz ve fakr ile İlâhi dergâha sığınmaya bir arzu hisseder ve bir mânevî şükür eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır -eğer gaflet kalbini bozmamışsa!
BEDİÜZZAMAN