Güzel bir hikâye paylaşmak istiyorum okurlarımla. Biraz hayatımıza yön vermesi biraz da kendimize ders çıkarmamızı umduğum değerli bir hikâye:
“Kimsenin uğrak yeri olmayan, kenarda kalmış bir mahallede, bakımsız, eski ve yıkık dökük bir ev… Bu evde ise belki de Yüce Yaratıcı’dan ve kendi kendisinden başka kimsesi olmayan yapayalnız bir adam… Hayatı sadece işten eve; evden, işe şeklinde olan ve de hiç farklı bir yaşam tarzına uğramamış bu adamın en çok sevdiği iş de akşam saatlerinde çayını alıp balkona geçerek çayını yudumlamak ve gecenin yeryüzüne nakış nakış işlediği manzarayı seyretmekti. Bunu sürekli olarak büyük bir keyifle yapardı.
Her zaman olduğu gibi yine çayını almış balkonda gecenin bütün mahremiyetini kalın ve koyu bir perde gibi sinesinde gizleyen zifiri karanlığı seyre dalmıştı. Yine bunu yaparken büyük bir keyif duyuyordu. Fakat uzun süreden beri uzaklardan gelen ve de sürekli yanıp sönen bir ışık gözlerini sürekli oraya çekmekteydi. Ne kadar da dikkat çekiciydi öyle; bir yanıyor bir sönüyor. Ne olabilirdi ki bu ışık? Ne olmuştu da zifiri bu karanlıkta gözleri sürekli oraya ilişiyordu? Acaba bu ona verilen bir çağrı mıydı? Birileri onu oraya mı çağırıyordu acaba?
Uzaklardaki büyüleyici ışık, onun sürekli derin derin düşünmesine ve de aklında bir takım soruların takılıp kalmasına neden oluyordu. Bu aklına takılan cevapsız sorular onu günlerce düşünmeye itiyor ve aklını kurcalamaya yetiyordu. Sadece küçük bir ışık işte bu şekilde derin bir etki bırakmıştı ona.
Eninde sonunda kararını vermiş ve oraya gitmek için güzelce hazırlanmıştı. Her zaman yaptığı gibi bu sefer çayını demlememiş, uzun ve zahmetli bir yolculuk için evden dışarı adımlarını atmıştı. Hızlı adımlarla hedefine doğru yürüyordu. Ama kendisi bile şaşkındı bu duruma. Hiçbir güç kendisini evden dışarı çıkaramazken nereden geldiği bilinmeyen küçücük bir ışık bir anda kendisini dışarıda bulmasına neden olmuştu.
Vakit iyice ilerlemiş ve evden epey uzaklaşmıştı. Ancak atması gereken daha çok adım vardı. Ama engellere sürekli takılmayıp hızlıca adım atmaya devam ederse başarabilirdi. Buna en içten inanıyor ve hızlıca devam ediyordu.
Bayağı yorulmuştu artık. Aynı zamanda gecenin verdiği korkudan olsa gerek biraz da tedirgince hareket ediyordu. Bir yere oturup dinlenmeye karar verdi. Hedefe baktı, az kalmıştı zaten. Biraz dinlenmekten zarar gelmezdi herhalde.
Az oturup dinlendikten hemen sonra kalkıp yeniden yoluna devam etmesi gerektiğini hissetti. Çünkü korku tüm bedenini sarmış ve onu dinlenmekten alıkoymuştu. Hemen kalktı ve yoluna devam etti.
İçindeki her türlü sese “Sus!” diyerek hızlıca yoluna devam ediyordu. Belki 20 adım bilemediniz 10 adım vardı ya da yoktu hedefe. İlerideki çalıları da aşarak varacaktı. Ve nihayet gelmişti. Azcık soluk aldı ve yukarıya doğru baktı. Baktı bakmasına ama gördükleri tam bir hayal kırıklığına uğrattı onu. Çünkü vardığı yer terk edilmiş, uzun zamandan beri hiç kimsenin uğrak yeri olmayan ıssız bir yoldu ve sürekli gördüğü ışık da artık belediye midir onu oraya diken bir hayırsever midir bilinmez bir sokak lambasıydı. Uzun zamandan beri “Lütfen bana bakın!” dercesine bir yanıp bir sönerek inleyen eski bir sokak lambası işte.
İçinden bir an geçirdi:
“Ben bu kadar yolu bunun için mi sarf ettim şimdi!”
Ancak daha sonra düşündü. Eğer bir insan bir yere ulaşmayı isterse onu azimle başarabilirdi. Bu bu şekilde anlamıştı. Bir şey daha vardı tabi: Şimdi de geri dönmesi gerekti gecenin bu korkulu saatlerinde.”