Hüznün mevsimi sonbahar yaklaştı ya, peşi sıra diziliyor ayrılıklar... Aşkı sevmiyor sonbahar, insanı kendine döndürüyor, iki kişiyi taşıyamıyor, birini illa ki yarı yolda bırakıyor.
Yapraklarını döküyor ya ağaçlar, insanlar da öyle sararıp soluyor.
Yine de seviyorum güzü...
Düşen yapraklarından biri olmama rağmen...
***
Oysa geldiği gibi sessiz gitmiyor ki... Sizi bilmem de kadına benzetiyorum ben aşkı. Cinsiyeti olsa kesin kadın olurdu.
Kadın gibi yakıcı, başına buyruk, ne zaman ne yapacağı kestirelemeyen... Kaypak, riyakâr, sahte... Ve kıskanç tabii ki...
Kendisinden başka hiçbir güzelliğe tahammül edemiyor aşk. "Ya iş, ya ben" diyor. Kazandıkça fazlasını istiyor. Hep alıyor ama hiç vermiyor.
Tükeniyor... Tüketiyor...
İlla ki bitiyor. Belki de güzelliği bitmesinden kaynaklanıyor.
***
Hepimiz böyle düşünürüz. İlk tanışmaların heyecanıyla aldanırız ama... Zamanla, en başta tanıdığımız(ı sandığımız) kişinin o an birlikte yaşadığımız kişi olmadığını görünce de hayalkırıklığına uğrarız. Ve başlarız suçlamalara; "Sen ilk tanıdığımda böyle değildin. Bilseydim..."
Tek başımızayken başka, ilişkideyken başkayız biz. Kişiliğimizi değiştiren, bizi 'olmadığımız biri'ne dönüştüren sevgili değil aslında, 'dizginleri kimseye kaptırmayan ilişki'nin ta kendisi.
Kıskançlık deseniz birçok aşkın katili.
Sevgiden doğuyor olsa da her zaman sevgiyle karşılanmıyor gördük ki. Her şüpheli yaklaşım, aşık olduğumuz insanı bizden çooook uzaklara savurabiliyor.
İnsanoğlu tahammül edemiyor (mu) inançsızlığa. -Aldatsa da aldatmasa da- karşısındaki kendisine güvensin istiyor.
Yapmadığı şeylerle suçlanıp itham edildiğinde de bunu kişiliğine saldın olarak görüyor. Ve bir gün en "bitmez" dediğimiz ilişkiler büe, 'hastalıklı seven'in kafasında yazdığı 'suni aldatma' senaryoları yüzünden bitebiliyor.
Başrolde sevdiği oynasa da oynamasa da...
Kimse ne ilişkisinin ne de sevdiğinin bekçisi... Herkes vicdanının kapısında dursa yeter oysa...
ebru DREW