Belki hepimiz biliyoruz bu hikâyeyi. Ancak ben de kalemime almak istedim yine. İçerik olarak beni çok etkileyen ve her dinledikçe ‘kader’ ve ‘kısmet’ kavramlarının ne denli önemli olduğunu bir kere daha anlayabildiğim bir hikâye bu aslında.
Vaktiyle Sultan II. Mahmut döneminde namı ‘Tıkandı Baba’ olarak bilinen bir kahveci varmış. Bu zatın namı o dönem padişaha kadar gelmiş. Merak salmış padişahı; neden herkesin dilinde bu zatın ismi ‘Tıkandı Baba’ diye dolaşır durur.
Bir gün tedbil-i kıyafet (halktan biri gibi giyinerek) çarşı Pazar dolaşmış ve gelmiş Tıkandı Baba diye ünlenen bu şahsın kahvehanesine. Oturmuş bir köşeye. Görmüş ki hakikaten herkes ‘Tıkandı Baba çay getir; Tıkandı Baba çay götür’ diye seslenir olmuş bu şahsa. Meraklanıp çağırmış yanına:
‘Baba, gel hele. Otur şöyle. Söyle bakalım bana ne diye herkes sana tıkandı Baba deyip durur?’ diye sormuş. Bizim Tıkandı Baba da:
‘Ne sen sor bey ne ben anlatayım. Anlatması uzun sürer.’ Deyince padişah da:
‘Ben dinlerim Baba, sen anlat hele. Meraklandım şimdi’ der. Bunun üzerine Tıkandı Baba başlar söze:
‘Bey, ben bir gece bir rüya gördüm. Rüyamda çeşmeler vardı. Her çeşmeden oluk oluk su akarken benim çeşmemden odur ki su sızıyordu. Sordum bu nedir diye. Dediler ki bu rızık çeşmesidir. Ben de kendi çeşmemden de oluk oluk su aksın diye çomakla açmak istedim. Çomak kırılınca sızarak akan su bile kesildi. İşte o gün bu gündür işlerim rast gitmez.”*
Bunun üzerine padişah, Tıkandı Baba’nın haline acıyarak adamlarına talimat verir. Her gün bu adama 1 tepsi baklava verilecek ve tepsinin altına da altın serilecek diye.
Adamları baklavayı getirirler Tıkandı Baba’ya. Tıkandı Baba sevinir tabi. Ama bir taraftan da düşünür. 1 tepsi baklava mı yoksa eve götüreceğim ekmek parası mı? Haliyle ekmek parası ağır basar ve baklavayı satar. Bu günler boyu böyle sürer gider. Tıkandı Baba, gelen baklavaların hepsini satar.
Aradan biraz zaman geçince padişah merak eder Tıkandı Baba’yı. Bu defa görev kıyafetiyle gider Tıkandı Baba’nın yanına. Gider görür ki hiçbir şey değişmemiş. Merak edip sorar Tıkandı Baba’ya durumu. Tıkandı Baba bu defa gördüğü kişinin padişah olduğunu görünce bir hayli sevinir tabi. Ancak gönderdiği tepsilerin altınla dolu olduğunu öğrenince de bir hayli üzülür. Padişah bir kere acımıştır haline Tıkandı Baba’nın.*
‘Gel Baba, sana bir güzellik daha yapayım. Gidelim devletin hazinesine. Al eline küreği. Ne gelirse kürekle onun hepsi senin olsun.” Der Padişah Tıkandı Baba’ya.
Giderler devletin hazinesine. Tıkandı Baba eline alır küreği. Heyecandan olsa gerek küreği bir daldırır ancak kürek ters dalar altınların arasına. Bir tane altın kalır küreğin üstünde. O da sallana sallana düşer.
Padişah yine üzülür bu duruma. Ama Tıkandı Baba’ya yardım etmektir niyeti. Askerlerine talimat verir:
‘Tıkandı Baba ile gidin Üsküdar’a. Eline bir taş alsın. Atabildiği en uzak yere atsın. Kalan mesafedeki tüm araziyi bağışladım gitti.’
Giderler Üsküdar’a. Askerler Tıkandı Baba’ya:
‘Al eline bir taş atabildiğin en uzak yere at.’ Der. Ancak Tıkandı Baba heyecandan koca bir kayayı alır eline. Kaya olduğu yere düşüverir. Bunun üzerine de Sultan II. Mahmud, meşhur olan şu sözü söyleyiverir:
‘Vermiyorsa Mâbud; Neylesin Sultan Mahmud.’
Şimdi hepimiz kendimize göre yorumlayalım bu hikayeyi. Çıkarabileceğimiz çok şey var. Evet vermezse ‘Mabud’ kim verebilecek başka?..