Yok be abi olmuyor; olmuyor bu işler böyle.Sorma nedenini Sadin dayı.
Sen kuşlarınla yaşa dur.
Kire pise bulaşmıyorsun.
Kuşların pazarda para ediyor.
Kuşların sana koşuyor.
Ben kendi içimde yürüyemiyorum.
Dinim üzerine yemin ederim ki sana özeniyorum.
Abi daralmışım. Üstüme üstüme gelme ne olursun.
Radyodan haber falan filan dinlemiyor, pislik gazetelere hiç bakmıyorsun.
“Benim işim ******** yazarlarla, haberciklerle işim olmaz” diyorsun.
İyi de ediyorsun.
Sadin abi! İyi ediyorsun lakin ağzımdan boşun bir-iki laf almaya çalışma.
Canım öyle sıkılıyor ki, diyemiyorum işte.
Dün değirmenci Mintaz dayımla beraberdim. Kafamın dumanlı olduğunu o da anlamış ki derdimi sordu durdu. On tane çuvalı beraber öğüttük; hiç konuşmadım. Domatesli pilav yerken bile konuşmadık. “Mintaz dayı ne olur beni bende bırak” dedim. “Yeğen sen işini bilirsin” dedi. Dahasını demedi. İşine baktı. Bende İkindi vakti Karakoya gittim. Bana hep dar gelen ayakkabılarımı çıkardım. İri kıyım onbeş zeytin ağacının altını bel küreği ile soluksuz ve hatta bir yudum su içmeden belledim. Mevsim sonbaharmış falan da demedim. Ayaklarımın altı morarmış, onu da umur etmedim. Toprak feleğini şaşırdı. Türkü bile söylemedim ve babamın bir zamanlar yaptığı gelmiş-geçmiş küfürleri dahi savurmadım.
Aynen böyle Sadin dayı. Bu Ökkeş’e ne oldu deyip durma.
Ben şimdi Kırklardaki bahçeye gideceğim ve kerpiç evden on beş-yirmi gün çıkmayacağım. Bizim evin önünden geçerken anam Sakine’ye: “Oğlun Ökkeş yine kafayı bozmuş, bir başka alemde geziyor” diye çağırıver. O anlar. Sana detay falan da sormaz.
Değmiyormuş be abi. Sen sadece buncasını bil yeter.
Canım çok sıkkın işte. Hem de bildiğinden daha çok.