Gaziantep'te halen diş hekimliği yapan ve Gaziantep'in tarihi yerlerin tanıtımına büyük katkı sağlayan Hasan Yelken, bugünkü yazısında Fırat Nehri'nin gizemini gözler önüne serdi.

Aynı zamanda fotoğraf sanatçısı da olan Hasan Yelken'in bu anı-yazısını da beğeniyle okuyacağınıza inanıyoruz.

Gaziantep bölgesinin en güzel manzaralarını barındıran Kamışlı, köy sınırları içindeki tarihi alanlarla dikkat çekici özelliğe sahiptir. Kamışlı köyü, çoğumuzun bildiği Rumkale’yi köy sınırları içinde bulundurur. Rumkale’ye Yavuzeli ve Halfeti bölgelerinden gezmeye gidildiğinde çoğu zaman gezginler bu köyü görmezler. Oysa yeni yapılan yoldan en iyi Rumkale manzarası burada bulunmaktadır. Bu yol Nizip Kaymakamlığının desteğiyle yaptırılmıştır. Bu bölgeye gitmek için eski Nizip yolundan bilek köyünden sonra köy yollarını takip ederek varılabilir. Bu bölgeyi tanımamı sağlayan ve yıllarca dostluğumuz devam eden Arap Şiho ile yazıma devam edeceğim.

1999 yılının Nisan ayında bir pazar günü baraj suları altına da kalacak olan Fırat havzasını belgelemek için Gümüşgün köyüne gitmiştim.. Şıho, Gümüşgün (Ehneş) köyünde Mehmet Sait’in bahçesinde ailesiyle erik topluyordu. Aynı zamanda diğer bahçelerde ağaç kesimi yapılıyordu ve bir bahçe sahibi hem ağlıyor hem de baltayla zeytin ağacını kesiyordu. Halini hatırını sormaya fırsat kalmadan yaşlı gözlerle “dedem yüz yıl önce bu dört ağacı dikmişti bunlar bir evin geçimini sağlıyordu” dedi. Ağaçların büyüklüğünü artık siz düşünün. Doğa yok ediliyordu ve Fırat Nehri’nin binlere yıl boyunca oluşturduğu cennet, baraj sularına gömülecekti.
Mehmet Sait, çay içmeye davet etti. Yanında beyaz saçlı, zayıf, esmer tenli biri vardı. Elinden hiç düşürmediği sigarasıyla Arap Şıho’yu o gün tanıdım. O günden başlayarak zamanla, Arap Şıho ile dostluğumuz arttı. Bir kaç ay sonra köyüne uğradığımda, Arap Şıho Eski Kamışlı Köyü’nü bana göstermek istediğini söyledi.
Kamışlı, Nizip ilçesinin kuzey doğusundaki en son köyüdür. Köyün batı yönünde Köseler ve Gürbaşak (Cobur) köyleri bulunur. Kuzeyinde, doğusunda ve güneyinde doğal sınır olan Fırat Nehri bulunur. Günümüzde Fırat Nehri barajlarla yok olduğundan bu köyün sınırını Birecik Barajı oluşturmaktadır. Nehrin veya jeolojik dönemlerdeki gölün, zeminde oluşturduğu dalga izleri, dikkatli gözlemciler tarafından görülebilir. Nehir dalgaları zamanla bu bölgede derin vadiler oluşturmuştur. Kamışlı ve Derbent’te kanyon şeklindeki vadilerin derinliği 200-300 metreyi bulabilir. Belki de bu kanyonlar jeolojik süreçte Arabistan ve Anadolu kıtalarının çarpışması sonucu oluşmuş olabilir.

TARİH FIŞKIRIYOR AMA EN YOKSUL KÖY

Kamışlı, Halfeti ilçesinin karşısında bulunmaktadır. Baraj suları yükselmeden önce bu ilçenin karşısında Kale Meydanı Köyü bulunmaktaydı. Bu köy, baraj suları altında kalınca, Kale meydanı, Kamışlı Köyü’ne bağlandı. Kamışlı’da bulunan ören yerleri geçmiş dönemlerde de yoğun yerleşim alanı olmuştur. Bunlar, Rum Kalesi, Kralın oğlu ve Kralın kızı mağaraları, Halfa’nın Gaziantep bölgesi kalıntıları, Derbent ve Eski Kamışlı’dır. Bu kadar önemli tarihi bölgeyi barındıran Kamışlı, ilimizin en yoksul köylerinden birisidir. Toprağı taşlık olduğundan tarıma elverişli değildir.

Arap Şıho ile tanıştığımızdan beri Kamışlı’ya sık sık gittim. Çünkü bu bölge güzelliği ile beni hep çekmişti. Yeni Kamışlı Köyü’nden, yürüyerek gezilebileceği gibi, arazi aracınız varsa Fırat kıyılarına inebilir veya tekne ile de buraları dolaşabilirsiniz. Zeugma’dan tekneyle de bölgeye gelinebilir ama bu durum yolu uzatacağından, zamanınızın kaybolacağını bilmeniz gerekir.

MANZARA TÜM YORGUNLUĞUNUZU ALIYOR

Köyden inip yürüdüğünüzde, kayalık alanlar adım atmanızı zorlaştırır. İnsanların zamanla gide gele oluşturdukları patika yollar bile yürümenize kolaylık sağlamaz. Fırat’ın oluşturduğu vadiye geldiğinizde, göreceğiniz manzara bu zorlukları unutturacaktır. Baraj sularının maviliği ve çevresindeki ağaçlarla, üstteki bozkırın yarattığı zıtlık etkileyicidir.
Vadiyi görmenizle birlikte yol daha da dikleşir. Artık Eski Kamışlı yerleşim alanına girmiş bulunmaktasınız. Tepeyi oluşturan kaya kütlesinde, insanlar tarafından yapılmış patika yollarda dikkatli ilerlemek gerekiyor
. Aynı zamanda antik dönemden kalan yerleşim alanlarının içinde yürüdüğünüzü bilmelisiniz. Burada, 1972 yılına kadar Kamışlı Köyü bulunmaktaydı. Eski Kamışlı evleri antik yerleşim alanının bulunduğu mağaraların üstüne yapılmış. Bölge insanı, yerleşime uygun olduğundan bu mağaraların açık olan ön bölgelerine duvar yaparak ev olarak kullanmışlar. Üst bölgelerde kaya düşmesi sonucu bir baba ve oğul ölünce Köy Hizmetleri, üst bölgelerde iskân evleri yapıp, köyü topluca, bugünkü bulunduğu alana taşıyorlar.

ARKEOLOJİ DÜNYASI BURAYI KEŞFETMELİ

Yerde ki Roma Dönemi’nden kalma kaya mezarlarının varlığını biliyordum. Arkeoloji dünyasının bu bölgeyi keşif ettiğini sanıyordum. Sonraki zamanlarda, Fırat bölgesinde bir milyon insanın yaşadığını ve bu çevrede yirmiye yakın antik yerleşim yerinin henüz bilinmediğini öğrendiğimde, aklıma birden Kamışlı ve çevresi geldi. Bu bilgiden sonra Fırat kıyısını bir araştırmacı gözüyle incelemeye başladım.
Dostluğumuzu zamanla dostluğumuzu pekiştirdiğimiz Arap Şıho ile Eski Kamışlı’yı dolaşırken nekropolü (mezarlık alanı) ikiye bölen sırta çıktığımda sol ve sağ tarafımda zamanla erozyonun toprakla kapattığı su kanalı beni şaşırttı. Her iki bölgede pınarların bulunduğunu biliyordum. Bölgenin eğimini bildiğimden bu yerleşim alanının önemli olması gerektiği kanısına vardım. Hemen bu kanalları takip ettim ve her iki bölgede de pınarlara ulaştım. Pınarlarda su dağıtımı için kaya kütlesinin içine doğru tüneller açılmıştı. Yaşamın zor olduğu bu bölgede, su yollarının olması ayrıca köylülerin söylemlerine göre 700 mağaranın bulunması buralarda binlerce insanın yaşamış olması gerektiği sonucunu veriyor.
Bu savımın doğruluğunu buradan çıkan bir küpün eski tunç çağından kalmış olduğunu öğrendiğimde anladım. Roma dönemi kaya mezarları, Bizans parası, Osmanlı parası bu bölgede yerleşimin kesintisiz devam ettiğinin göstergesidir. Bilimsel çalışmalar yapılmadıkça Eski Kamışlı’nın geçmiş dönemlerdeki ismini bilemeyeceğiz. Bu yerleşim alanı tahrip edildikçe geçmiş dönemlerde hangi uygarlıkların yaşadığını öğrenme şansımız azalmaktadır. Bulunan küpün 5000 yıllık olduğunu söylemem bu antik yerleşimin önemi daha da iyi anlatır sanırım.

ZEUGMANIN TAŞLARI SU YOLUYLA TAŞINDI

Eski Kamışlı’nın güneybatısındaki Gümüşgün (Ehneş) Köyü, Roma periyodunda önemli bir kentti. Burası Arilus olarak biliniyordu ve bu köydeki taş ocaklarından çıkarılan kaliteli taşların Zeugma’ya su yoluyla götürüldüğü düşünülmektedir. Arilus, aynı zamanda tapınağı dolayısıyla dini bir merkezdir. Birecik Barajı su tutmadan önce, Zeugma’dan bu bölgeye yol vardı. Gümüşgün ile Kamışlı arasındaki yol çok kullanılmadığı için bozuktu. Ama en kestirme yol burasıydı. Bir gün arabamla bu yolu geçmeye çalışırken, arkadaşlarım arabayı itmek zorunda kalmışlardı. Derbent ve Tülin çevresi, dik bir yarla Fırat ile ayrılmıştı. Tülin bölgesinde teraslarla bahçe tarımı yapılıyordu ve evler bugün baraj sularının hemen kıyısında bulunmaktadır. Bu evler, restore edilip turizme açılmalıdır. Evler terk edildiğinden bazılarının toprak olan tavanları çökük durumdadır. Bu evlerin üzerinde bulunduğu kaya kütlesinin altında bazı mağaralar bulunmaktadır. Tülin’deki evler, nekropolde çıkarılan taşlarla yapılmıştır. Bugün Eski Kamışlı’da açıkta olan kaya mezarların bu konumda olmasının nedeni budur. Buradaki kaya mezarlarının yanından geçen yol, aslında antik dönemden kalmadır. Bu yol, Zeugma’dan buraya Fırat kıyısı boyunca gelmektedir. Bu yol Halfa, Rum kale (Hromgla) Kohlia (Sarılar-Aynî) yerleşim alanlarından geçerek, Samosata (Samsat) ulaşırdı. Samsat Zeugma ile birlikte Fırat üzerindeki en önemli yerleşim alanlarından birisiydi. Samsat, günümüzde Atatürk Barajı’nın suları altında bulunmaktadır. Bu nedenle, o dönemlerde buradan geçen yolun işlek olması doğaldır. Kamışlı’nın üst taraflarından Arulis ve Halfeti görülebilmektedir. Yürüyerek, bir saat içinde buraya ulaşabilirsiniz.
Güneydoğu’daki bu nekropol alanın en ilginç yapısını üst bölgedeki anıt kaya kabartmaları oluşturmaktadır. Kaya kütlesinin içine doğru yarım daire şeklinde oyulmuş rölyeflerdir. Bu kabartmanın rölyef olan bölgesinin uzunluğu 206 cm.,derinliği 204 cm.,yükseklik 222 cm.,giriş bölgesi,330 cm. uzunluğunda sol bölge 176,sağ bölge 92 cm. boyutundadır.Girişte sağda, ortada ve solda ikişer kabartma bulunmaktadır. Bu kabartmaların arasında yer alan iki kabartma, insan figürlü olmasına karşın ben ayraç olarak kullanıldığını düşünüyorum. Doç.dr. Mehmet Önal, bunların iki kabartma olabileceğini söylemektedir. Ortadaki kabartmaların altında artık neredeyse tümüyle silinmiş bir yazıt bulunmaktadır. Bu yazıttan geriye birkaç harf kalmıştır. Ortadaki ve sağdaki iki kabartmanın üst kısmında iki elips şekil bulunmaktadır. Ben bunların ölümsüzlüğü betimlediğini veya evreni simgelediğini düşünüyordum. Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr.Rifat Ergeç, bunların çelenk olabileceğini söyledi. İnsanlar sevgilerini ve özlemlerini göstermek için bu çelenk şekillerini anıtta kullanmışlar. Bu bölüm bir ailenin veya meslek gurubundan birkaç kişinin anısına yapılmış bir mezar anıtı ve sunağı olsa gerektir. Soldaki kabartmaların başının üstünde kartal kabartması bulunmaktadır, Bu kabartmanın kuyruk kısmındaki tüyler ve pençeler rahatlıkla görülebilmektedir. Rifat Ergeç, kartalın Roma döneminde askeri bir simge olduğunu ve askerler yaşlanıp öldüklerinde de, bu işaretinin kullanıldığını söyledi. Kartal, aynı zamanda Roma’nın da simgesidir. Kartal yükseklerde uçar, kuvvetlidir, yırtıcıdır, her yönü görür. Bundan dolayı Roma ve ordusu bu simgeyi kullanmıştır. Bu kabartmaların dışında, yanlarda altı oyuğun ve altı kabartmanın olması bölge insanının oyuk ile mezar sayısı bağlantısı savını güçlendirmektedir. Bu kabartmalardaki ince detaylar, zamanla kireç taşının erozyona uğraması ve bölge insanının tahribatı sonucu kayıp olmuştur. Bu eserlerin korunması, bölge insanının geleceğidir. Bu eserler, kolluk güçlerinden ziyade bölge insanı tarafından korunmalıdır. Bu bölge turizme açıldığında turist belirgin eserler görmek isteyecektir. Kabartmalardaki alet izlerinin belirgin olması hangi dönemde yapıldığını gösterebilir.
Nekropol bölgesinin kuzeyinde toprak zeminde de iskeletler ve yanında çıkan küpler Şanlıurfa müzesine verilmiştir. Bu mezarlık alanı, fakirlere ait olsa gerek.Çünkü,.asker kökenliler ve zenginler, kendilerine kaya mezarı yaptırmışlardır. Bu kaya mezarlarının rakımı 440-442 m.dir.
Tülün bölgesine yerleşen insanlar Halfeti’deki ağanın baskısı sonucu buraya gelmişlerdir. Bu olayın nedeni, ağaya kızlarını vermemeleridir. Yerleşim, 1915 yıllarına dayanıyor. Kamışlı’lar, kovulan bu insanların bölgeye yerleşmesine izin verirler.
Nekropol alanın kuzeybatı üst bölgesinde diğerlerinden farklı yapıya sahip bir mağara bulunmaktadır. Girişte, solda basamaklarla üstteki iki nişe çıkılmaktadır. Burada adakların konulacağı sunaklar bulunmaktadır. İçeride kaya bölmenin ön yüzeyinde iki boğa başı bulunmaktadır. Bu odada, çoğu mağarada olduğu gibi tavanda kandil asmak için olduğunu düşündüğüm bir çengel bulunmaktadır. Dış duvarı oluşturan kayada havalandırmayı ve ışık girişini sağlayan küçük bir oyuk yer almaktadır. Arka odada sonraları yöre insanı tarafından duvar oyularak yapılmış yem oyukları bulunmaktadır. Acaba, günümüzde bölgede yaşayan insanlar bu boğa başlarına bakarak burasının ahır amaçlı kullanılacağını mı düşündüler? Bugün yine burası ahır amaçlı kullanılmaktadır. Çok tanrılı dinlere inanan antik dönem insanları dünyanın boğanın boynuzları üstünde olduğuna inandıklarından, boğayı kutsal kabul etmişlerdir. Bu yüzden, bu mağaranın tapınak olma olasılığı yüksektir. Zamanında burada yapılan kazılarda, alt zeminde metal bir boğa başı bulunmuşsa da, bugün nerde olduğu bilinmemektedir. Arkeolog Mehmet Önal, burasının bir nekropol tapınağı olabileceğini söyledi. Eski dönemlerde, insanın kesin ölüp ölmediğini belirlemek için; ölümden sonra iki, üç gün bu tip tapınaklarda bekletirlermiş. Duvarlarda haç işaretinin olmaması, bu yapının hıristiyanlık döneminde tapınak amaçlı kullanılmadığını göstermektedir.
Su kanalının bulunduğu yüksekliklerde, benim su havuzu dediğim, bölge insanının hazine kazanı olarak isimlendirdiği yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların su kanalına yakın olması ve üstündeki delikte su izinin olması benim savımı desteklemektedir. Yöre insanı hep mitler yaratmış ve bu kuşaklar boyunca değişmeden kalmıştır.
Bu mağaraların birinde ise duvarlara çok sayıda hayvan bağlamak için halka oyulması, burasının ahır olarak kullanıldığını göstermektedir. Duvarında Süryani yazısı bulunan bir diğer mağaranın ise kilise olma olasılığı yüksektir. Bu mağaradaki yazıların zamanla yok olduğu söylenmektedir. Ölen din adamlarını kiliseye gömme geleneğinden dolayı bu yapının kuzey duvarında bir mezar bulunmaktadır. Kamışlı’da bulunan bu çok sayıdaki mağaranın Roma döneminde kayıtlarda olmaması beni hep düşündürdü. Buraya çok yakın olan Arilus kenti biliniyordu. İki yerleşim yerinin arasındaki uzaklık birkaç yüzmetreyi geçmediğinden ve Arilus’da yaşayan ordunun kaldığı yerleşim alanları o bölgede olmadığına göre ordunun yerleşim alanı Eski Kamışlı olmalıdır.
Kamışlı ve çevresi görüldüğü gibi tarihi alanlarla doludur. Anadolu’ya yerleşen ilk insanların Fırat Havzası’na yerleştiğini biliyoruz. Fırat ve çevresi geçmiş dönemlerde bol ağaçlı bir bölge imiş. Burada beslenmek ve barınmak daha kolay olduğundan bu dönemden sonra Fırat yoğun yerleşim almıştır. Eski Kamışlı’da çıkartılan bir küpün tunç çağına ait olduğunu düşünürsek bu varsayımlarımın doğruluğu ortaya çıkar. Yine burada bulunan bir bronz paranın erken Bizans dönemine(Justin 2, 565-578 )ait olduğunu, kaya mezarlarının büyük olasılıkla erken Roma döneminden kalma olduğunu, bir Osmanlı parasının da burada bulunduğunu söylediğimde yerleşen nüfusun yoğunluğunu artık siz tahmin edin. Bu eserler tarafımdan Gaziantep müzesine bağışlanmıştır. Tarihi eserler insanlık mirasıdır. Bu eserler bugün en iyi korunacağını düşündüğüm yer olan müzemizdedir. Bölge insanı sahip olduğu eserlerin gelecekte kendisine getireceği değişimin farkında olmadan yok etmektedir. Tek amaçları altın bulmak olan bu insanlar, altına ulaşmak için bu alanları tahrip etmektedir. Bu yıkımın yaklaşık 100 yıldır yapıldığını düşündüğümüzde, boyutları kendiliğinden ortaya çıkar. Geçmiş yıllarda birkaç insanın kaçak tarihi eser bulmaları, onların masal dünyalarını zorlamakta, masallar zenginlik hırsı ile birleşince kaçak kazılar yapılmaktadır. Oysa, bu emeği kendi tarlalarına harcasalar gelirleri daha fazla olacaktır… Bölgedeki alanlar korumasız olduğundan yöre insanı gündüz bile kazı yapmaktadır. Gümüşgün Köyü’nde bulunan Arulis antik yerleşiminde taş ocağının birinde, arazi sahibi izinsiz, dozerle düzeltme yaptırmış. Devlet kurumları bu tarihi dokuyu korumayı bırakın, böyle tarihi alanların olduğundan haberdar bile değildiler benim çalışmaların sonucu bu bölge sit alanı ilan edildi, o kadar. Bu bölge bilimsel açıdan incelendiğinde görülecek ki; Gaziantep, ülkemizin en zengin ören yerlerini barındırmaktadır. Oysa yalnız Zeugma’ya çakılıp kalınmıştır.


KAMIŞLI NÜFUSUNA GEÇTİM

Kamışlı’da Arap Şıho ile birlikte Kalemeydanlı Şefik Yener, Muhtar Şevket Aslan ile daha sık görüşmeye başladım. Şefik Yener, bana bir tarla hediye etti. Muhtara danışıp, Kamışlı nüfusuna yazıldım. Tarlaya Şefik, Şıho, Muhtar, Şıho’nun oğlu Mehmet tarafından başta zeytin olmak üzere değişik fidanlar dikildi. Artık, bende Kamışlılı oldum. Yakın bir gelecekte Fırat’a hakim bir noktaya küçük bir ev yaptıracağım. Bu sayede tarihi dokuyu daha yakından ve geniş zamanlı özümseme fırsatım olacak. Bölgeye eski Nizip yolunda Bilek Köyü’nden sola dönülüp, Ak kabir, Dernek, Kayalar, Köseler köylerinden sonra ulaşabilirsiniz. Eğer, bu yoldan ulaşamayacağınızı düşünüyorsanız Nizip, Birecik yolundan Halfeti’ye vardıktan sonra tekne ile karşı kıyıya ulaşır, Kamışlılı bir rehberiniz varsa bu bölgeyi dolaşırsınız. Bölgeyi dolaşmanızı öneririm, yol uzun ve yorucu olsa da unutulmayacak anlar yaşayacaksınız. Özellikle biraz Fırat havzası kenarında yürüyüş yaparsanız unutulmaz anlar yaşayacaksınız.




Kaynak...