TOPLUMSAL DUYARSIZLIK VE KAYBOLAN DEĞERLER

İnsan topluluklarını bir arada tutan onları birbirlerine yaklaştıran kısaca o topluluğu toplum yapan ortak değerler vardır. Bu değerler aynı zamanda bireyleri birbirine bağlayan, bir araya getiren toplumsal bağlardır.Din birliği, dil birliği,tarih birliği, Yurt – Devlet birliği gibi temel kavramlar bu hususların başında gelir. Ve insanlar yaşadıkları coğrafyada bu temel değerler etrafında birleşir, yaşamın her koşulunda bölünmez bir bütün oluşturur. Bu bütünlük yukarıdan aşağıya doğru vatandaşlık, hem şehirlilik, komşuluk, mahalleli şeklinde aşağıya doğru iner. Bu saydığımız her kademede, insanları birbirine yakınlaştıran ortak değerler vardır. Bunlar toplumların ortak paydalarıdır. Bu ortak payda etrafında acılar, sevinçler, mutluluk ve coşkular paylaşılır. Yine bu saydığımız bağlar, toplumun sağlam bir harcı olur. Bu harç sayesinde gelebilecek her türlü tehlikeleri bertaraf eder ve ayakta kalır. Toplumun sağlamlığı aynı zamanda bireylerin huzuru, güveni ve mutluluğunun güvencesi demektir. Kısaca bir arada yaşama arzusunda olan bireylerin; aynı değerler etrafında birleşmeleri gerekir. Böyle olmayan toplumlar amaçsız, inançsız bir rotada, tarih sahnesinden yok olmaya mahkumdurlar. Bunun tarihte bir çok örnekleri vardır. Toplumsal ve bilimsel gerçekler bu.
Geriye baktığımızda tarihin bizlere verdiği derslerde budur. Toplumsal değerlerin korunması, sahiplenilmesi ve devamı konusunda her kesimin ve her bireyin üzerine düşen sorumluluğu vardır. Bu durum yasalar yada müeyyideler ile değil toplumsal sorumluluk ve hassasiyetle korunması gereken hususlardır. Ortak değerlere sahip çıkma sorumluluğu…. Vatandaşlık, komşuluk, arkadaşlık ve bir arada yaşamanın verdiği ilişkilerden doğan değerler ve sorumluluklar zinciri. Kısaca bu potada bulunan bütün bireylerin ortak değerlere sahip çıkma konusundaki sorumlulukları. İnsanlar kendilerini bunun dışında tutarlarsa işte o zaman bu değerlerden uzaklaşılır ve bunlar kaybolan değerlerimiz olur. Son yıllarda sıkça karşılaştığımız ya da duyduğumuz bir takım olaylar bu konudaki değerlerimizden uzaklaştığımızın ve duyarsızlığımızın ne yazık ki sinyallerini vermektedir. Günlük yaşamda sokakta, caddede, pazar yerinde ya da bir toplu taşıma aracında bir gaspçı, bir zorba bir tacizci alenen insanlara zarar verirken onun yanında bulunan yüzlerce kişi maalesef bu işe seyirci kalmaktadır. Ona müdahale etmek bir yana dönüp de bakılmamakta. Genellikle bayanların maruz kaldığı bu saldırılarda, saldırganlar ellerini kollarını sallayarak yüzlerce kişinin içinden sıyrılıp çıkmayı başarıyorlar.Tabi ki bu durum onlara daha çok cesaret verirken olayların yaygınlaşmasına da etken olmaktadır.Bu seyirci kalmanın, bana neyciliğin tek nedeni işte yukarıdan beri saydığımız ortak değerler de görülen zaaflarımızdır. Eğer öyle olmasaydı o saldırgan bunu yapabilme cüretini kendinde bulup da insanlara zarar verme serbestliğini rahatça bulamazdı. O saldırıya maruz kalan tanıyalım yada tanımayalım bizim vatandaşımız bizim insanımız hatta aynı kentli belki de aynı mahalleden. Peki bizim vatandaşlıktan doğan bir dayanışma, bir yardımlaşma duygumuz, sorumluluğumuz niye olmuyor. Mağdura, zorbaya karşı neden kendimizi harekete geçiremiyoruz. Vatandaşımız, hem şehirlimiz, mahallelimiz kısaca içimizden biri hepimizin gözleri önünde mağdur ediliyor, biz tepki veremiyoruz. Oysa bu hususta çok önemli insani ve toplumsal sorumluluğumuz vardır. Mağdurdan, mazlumdan yana olabilmek, haksızın, zorbanın karşısında durabilmek ve ona karşı çıkmak, tavır koymak insanlık görevi olmalıdır. Bu yüksek insani hasletlerimiz ve yukarıda saydığımız değerler çerçevesinde hareket edilirse inanıyorum ki toplumdaki bu şiddet ve terör yanlıları daha önceki yıllarda olduğu gibi nefes alamayıp boğulacaklardır. Yeter ki biz bu zorbalara karşı durabilelim. Gerçekte namuslu insanlar namussuzlardan daha cesur ve daha azimlidirler. Ancak nedense giderek bir neme lazımcılık ve duyarsızlık sonucu ortam şerrütlerin lehine gelişmektedir. Toplumsal duyarsızlığımız bununla sınırlı kalmıyor, sokakta bir yaşlıya bir düşküne yada bir kazaya uğramış insanlara kaçımız yardım edebiliyoruz. O insanlarla ne ölçüde ilgilenebiliyoruz. Maalesef büyük çoğunluğumuz yine duyarsız ve ilgisiz kalmayı yeğliyoruz. Bu da sözünü ettiğimiz benzer durumun bir işaretidir. Günlük yaşamda çevremizde özellikle büyük kentlerde buna benzer onlarca olaylarla karşılaşabiliyoruz. Bu durum düşküne hastaya her hangi bir kazaya uğramış bir insana yardım etme duyarlılığımızın körelmesi belki de yok olması örneklerinden birisidir. Durum bununla da sınırlı kalmayarak toplumun öteki yaşam çizgilerinde de kendisini göstermektedir. Ortak yaşam alanı binalarda oturan insanlar ya da aynı mahallede evleri bitişik komşular birbirlerinden kopuk ve komşuluk ilişkilerinden uzak yaşama biçimi, giderek olağan hale gelmektedir. Alt alta karşı karşıya oturan insanlar merdivende karşılaştıklarında birbirlerine selam verme, günaydın, merhaba gibi insani ilişkileri sıcak tutan inceliği gösterememekte. Hele acıların, sevinçlerin paylaşımı daha da soğuk ve donuk… Birisinde olan bir acı bir sevinç öbürünü hiç etkilememekte. Oysa komşuluk hakkı hukuku toplumsal geleneğimizin ötesinde kutsal kitapların, dinlerin ön planda tuttuğu değerlerdir. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”, “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir”, “Ev almıyorsun komşu alıyorsun” sözleri komşuluk hukukunu en özlü biçimde ifade etmektedir. Böyle olmasına karşın bakıldığında sokaktaki dayanışma kadar, komşuluk ilişkileri de bitme noktasına gelmiş görülmektedir. Elbette bunların ekonomik, sosyolojik nedenleri vardır. Ancak sebep ne olursa olsun ortada kaybolan değerlerimiz ve toplumsal duyarsızlığımız vardır. Ya da toplumsal dayanışmamızın zafiyete uğraması… Oysa bunlar toplumların vazgeçilmez değerleri ve birleştirici harcıdır. Bunlardan uzaklaşmak bilinmelidir ki beraberinde olumsuz ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar getirecektir. Toplumsal dayanışmasını kaybeden toplumlar iç huzuru ve barışını da aynı şekilde kaybederler. Zira toplumları koruyanlar sadece yasalar ve onu uygulayanlar değillerdir. Toplumun doğal zırhı dediğimiz değerleri ve ona sahip çıkma iradesi en az bunlar kadar önemlidir. Bir toplumda eğer insanlar günlük yaşamlarında kendi başına rahatça dolaşma,bir yerden bir yere gitme gibi durumlarda çok kez kendisini güvende hissetmiyorsa burada bir sorun var demektir. Üstünde para yada kıymetli eşyası olan kişiler yolda,sokakta aynı tedirginliği yaşıyorlarsa bu da sorunun bir diğer örneğidir.. Bu örneği çoğaltmak mümkündür. Çocukların bile sokakta, kapı önlerinde olmaları aileleri tedirgin edebilmekte ve çocuklarının ellerini sıkı sıkıya tutmaktadırlar. Televizyonlarda gazetelerde geçen taciz sözcüğü artık bıkkınlık verecek derecede yazılıp söylenmekte. Evlerin balkon ve pencereleri demir parmaklıklarla bir ağ gibi örülmüş hırsıza, uğursuza karşı. Nereden bakarsak bakalım bütün bunlar yukarıdan beri söylemeye çalıştığımız sosyal değerlerimizin çöküşünün işaretleridir. Bir başka ifade ile Toplumsal Değerlerimiz Toplumsal Ahlakımız ve sorumluluğumuzun aksayan, azalan yada biten yanlarının bilinip gözden geçirilmesi gerçekleridir. Eğitim yetersizliği, ekonomik koşullar,sosyal değişimler buna neden gösterilebilinir. Ancak ne olursa olsun ortada kaybolan değerlerimiz söz konusudur.

Ahmet KOCAASLAN
Tarih Öğretmeni
Nizip Halk Eğitimi Merkezi Müdürü