Her egemen güç, yaşadığı dünyaya kendi kurallarını koyar. Bu dayatma şekli yaşanan döneme ve şartlara özgü bir durum gösterir. Kimileri kılıç yoluyla bunu sağlamaya çalışırken kimileriyse ekonomiyi kullanmışlardır. Bu kural koyuşun çoğu kez sınırları olmaz. Baskın olan kendi düzenini bozmayacak aynı zamanda da mevcut durumun devamını sağlayacak bir yapılanma oluşturma gayreti içinde olur.
Günümüz dünyasında da aynı durum aşikar bir şekilde görülmektedir. Kültürel ve ekonomik emperyalizm küçücük dünyamızda hükümranlığını sürdürmekte.
Harcayacağımız paranın miktarından, harcayış biçimimize varan dayatma hangi kitapları okuyacağımıza dahi karar vermekte.
Yükselen –ya da yükseltilen- egolarına rağmen insanlar, bağımsız düşünme ve görebilme yetilerini çoktan kaybetmiş durumdalar. Doğru ve güzel olarak lanse edilen her şeyi içselleştirip kendi düşünüş ve beğeniş biçimleri oldukları zannına varmaktalar. Bu durumdan herkes değişik oranda etkilenmektedir. Bunun şekillenmesinde de hayat felsefelerinin, kendilerine olan güvenlerinin ve önceliklerinin büyük önemi vardır.
Tüketim toplumu haline dönüşümüz ve hızla yayılan israf, bunun ekonomik ayağını oluşturmaktadır. İzlenecek film ve tiyatrodan, okunacak kitaplara kadar bu etki hissedilir.. Egemen toplumların moda başlığı altında sunduğu ise hiç tartışmasız kabul edilmek durumundadır. Giyim kuşamdan, ev dekoruna; saç stilinden, rengine hatta evlenilecek kişinin özelliklerine kadar bu etkileşim görülmektedir.
Güzel ve güzellik anlayışımız da buna paralel bir değişkenlik göstermektedir. Güzel olarak kabul edilmek için ille de uzun olmak gerekmektedir. Ayrıca zayıf olmak –sıfır beden daha makbuldür- bir zorunluluktur. Avrupai bir yüze sahip olmak ayrıcalıklıdır. Kendi koyduğu kuralları bile yeni bir tüketimin başlaması için ters yüz eden bir moda anlayışı herkese çok normal gelmektedir. Renkler ve modeller onar yıllık aralardan sonra küçük rötuşlarla yeni stiller olarak lanse edilmektedir.
Kadınlar kariyer yapıp bakımlı olmak zorundalar. Çalışmayan ev kadınları ise tamamen tüketen, atıl durumda, koca parası yiyen kişiler olarak görülmekte. İşin kötü tarafı erkeklerin de artık bu şekilde yaklaşmaları sonucu evliliklerin sevgi, saygı ve işbirliğinden uzaklaşmasıdır. Adeta karşılıklı çıkara dayanan birlikteliklere dönüşmeye başlamıştır.
Erkekler de artık eskisi gibi şanslı değildirler. Artık hemen hepsi eğitimli oldukları için onları diğer hemcinslerinden üstün kılacak niteliklere sahip olmak zorundalar. Zengin olanlar ayrıcalıklarını korusalar bile popülaritelerini korumak için biraz çaba göstermek zorundalar.
Metroseksüel erkek kavramının moda başlığı altında sunulmasından sonra onlar da kadınların ardından güzellik salonlarının yolunu tutmaya başladılar. Zaten sürekli gittikleri kuaförleri kendilerine manikür, pedikür, cilt bakımı ve benzeri hizmetleri vermeye başlayarak müşteri kaybına uğramayı azaltmak uğraşısına girmişlerdir. Her ne kadar arada saç tasarım merkezlerine gitmeleri gerekse bile artık kuaförlerinde solaryuma girme imkanına bile sahiptirler.
Parfümler, tıraş sonrası bakım losyonları, balsamları, tırnak güçlendiriciler, yüz kremleri gibi mutlaka kullanmak zorunda oldukları ürünlerle kozmetiğe kadınlar kadar para harcamaya başladılar. Artık erkeklere hediye alırken çok düşünmeye gerek yoktur. Çünkü o kadar çok alınacak hediye vardır ki. Tabi bu arada bebek bakım ürünleri, nemlendiriciler, parfümler de çoktan piyasayı doldurmuş, çocuk odalarına dizilmişlerdi.
Kadınların mücevher meraklarının ardından erkekler de bu tüketim ağına çekilmekte gecikilmedi. Pırlanta taşlı saatler, kol düğmeleri sahip oldukları gücün bir simgesi oldular. Tabi arabaların marka ve modellerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatmaya gerek bile yok.
Osmanlı minyatürlerindeki beyaz, tombul, yuvarlak yüzlü kadın figürleri çoktan yitirildi. Ağır hareket eden, ağırbaşlı kadın imajının silindiği de epey oldu. Hızlı düşünen, hızlı yaşayan, sert ve net davranışlı; ince, uzun, sarışın kadınlar –zayıf kalmak için dengesiz beslenmelerinden dolayı yüzlerindeki sağlıksız rengin farkında olmadan- yanlarındaki manikürlü tırnakları, zarif davranışlı erkeklerle çok mutlu görünmekteler.
Oysa ben ne kadar çok özledim kırılgan, narin, zarif ve düşüncesiyle var olan, çocuklarını önceleyen kadınları…Ve güçlü görünümlü eş ve çocuklarının sorumluluğunu taşımaktan yüksünmeyen, dik duruşlu, cesur erkekleri…
Özlemimle birlikte ne kadar da merak ettiğim şey var aslında. Mesela Hint kültürü güçlü olsaydı dünyada, bizim güzellik anlayışımızda aynı profiller yer alacak mıydı? Yoksa esmer, dolgun, siyah saçlı –aslında Anadolu insanına daha yakın olan- kadınlar mı estetik anlayışımızı şekillendirecekti. Tabi tüm kadınların kaşlarının arasına yaptıracakları siyah benleri de unutmamak gerek. Ya da Afrika benzer durumda olsaydı…
Ayrıca çok merak ettiğim bir konu var ki onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Şu ekranlardaki programlarda sunuculuk yapan kadın- erkek ikilisinden kadınlar neden erkeklerden onbeş, yirmi santim uzun olmaktadır. Erkek şarkıcıların kliplerinde kendilerinden uzun kızları oynatmasını da aynı bağlamda zikredebilirim. Bu durum iki cins arasındaki rol paylaşımının değiştiğinin bir göstergesi midir yoksa gerçekten kadının erkekten uzun olması fıtri midir?
Bir de magazin programlarında yanlarında kendisinden en az bir karış uzun manken sevgilisiyle arz-ı endam eden erkekler neden bu kadar mutlu görünmekteler.