Öğrencimin penceresinden...
HAYATIMIN PENCERESİ’NDEN...
Çilelerle geçirdiğim hayatımın başlangıç yeri olan köyümden sesleniyorum;
Evin en küçük kızıyım.Benden büyük iki ablam ve üç ağabeyim vardı.Ablalarımı okutmamışlar,aksine küçük yaşta evlendirmişler.Ağabeylerim ise derslerinde başarılı olmamışlar fakat en küçük ağabeyim diğerlerine göre daha başarılı olduğundan ortaokul ve liseyi şehirde okudu.En büyük ağabeyim çiftçi,ortanca ağabeyim babamın mülküne yardım edip evi geçindirirlerdi.Çiftlikten gelen para şehirde okuyan ağabeyime gönderilirdi.
Ben de okumayı çok istiyordum.Evin en küçük kızı olduğumdan babam bana kızmayıp okula gönderdi.Neyse ki sekiz yaşında okula başladım.Okulun ilk günü okulu temizleyip,sıvasını yapıp derslere başladık.Hayat Öğretmen çevreden öğrenci topladı.Ama kız arkadaşlarımı aileleri göndermediler.Kimileriyle konuştuk,kimisi de kapıyı yüzümüze kapattı.Benimle birlikte üç kız idik.Birisi muhtarın kızı Ayşe,biri Hasan Amca’nın kızı Elif ve ben.Geriye kalanlar da erkekti.Ben de zaten okula zorla yazılmıştım.Dedem:”Kız milleti okutulur mu?” diye babama kızıp beni okuldan almaya çalıştı.Babam bu sözlere dört yıl dayanabildi.Dördüncü sınıfta okuldan alındım.Öğretmenim babama:”Yazıktır,etmeyin eylemeyin kızınız zeki bir kız ,hayatını karartmayın,”dedi ama nafile.Babamın kararı kesindi.Ne öğretmenimi ne annemi ne de beni dinledi.Dedemi dinleyip beni okuldan aldı.Oysa ne hayallerim vardı.Öğretmen olacaktım.Köyde talihsiz kimse kalmayacaktı.Herkesi meslek sahibi yapacaktım.Bütün hayallerim suya düştü.Bende ablalarım gibi okutulmayacak,anneme yardım etmeye,bağa bahçeye gidip,en kötüsü de küçük yaşta evlendirilmeye mahkum kalacaktım.
Derken korktuğum başıma geldi.Beni on dört yaşımda amcamın oğlu ve aynı zamanda beşik kertmem olan Mustafa ile evlendireceklerdi. Buna da karsı çıkamadım. Törelere boyun eğerek hiç sevmediğim Mustafa ile nişanladılar. İki yıl nişanlı kaldım.
Bir yandan asker yolu bekleyip bir yandan da çeyizimi hazırladım. Mustafa askerden gelince zeytin tarlalarını satarak önce baslık paramı verdiler. Sonra da düğün hazırlıklarına başladılar. Her şey bir yana ama en fazla zoruma giden de beni bir mal gibi satmalarıydı.Bunu kendime yediremiyordum.Buna da ses çıkaramadım.
Sabah koyun getirildi.koyun kesildi,kanı alnımıza sürüldü.Evliliğe ilk adımı attığımızın haberi olarak bütün köylüye dağıtıldı.Erkek evi damlarına bir Türk bayrağı
ve bir demet çiçek astılar.’’Bu evde düğün var’’ mesajını verdiler. Akşam ise kız evinde ve oğlan evinde yapılan kına gecesi eğlenceleri ile son buldu. Sabah harman yeri hazırlanıp düzenlendi. Sıra beni evimden almaya geldi. Son kez herkesle vedalaşıp köyün bir ucundan öbür ucuna yürüyüp harman yerine vardık. Davullar çalmaya, köylüler halay çekmeye başladı. Akşam güneş batana kadar davul-zurna susmadı. Herkes oynadı,ta aksama kadar.Oysaki ben hiçbir şeyin farkında değildim.Elimden hiçbir şey gelmiyordu.Kaderime boyun eğmekten başka...
Düğün hediyemde televizyondu. Kayınbabamın sayesinde köye ilk defa televizyon gelmişti. Herkes saat sekizi vurunca bizde toplanır önce ajansı izlerlerdi. Çay demlenir, sacda mısır patlatılır,tavada tuzlu buğday pişirilir ve saat dokuzu bulunca bütün köylü nefes almaksızın,büyük bir heyecanla “Dallas” dizisini izlerdi.Bundan önce de tam olarak hatırlayamıyorum ama dedem de radyo almış.Bütün köylü muhtar Salih
konuşan sandık almış diye merakla eve gider hayretle dinlerlermiş. Şimdi de görüntülü sandığı görünce epey şaşırmışlardı. Neyse ”Dallas” dizisinden sonra da türkü programları baslardı. Çocuklar oynayarak,büyükler de alkışlarla onları destekleyerek eğlenirlerdi.
Türkü programı da bittikten sonra,o çocuk aklıyla Fatma,ezberlediği türküleri bir de kendi ağzıyla söyleyip bütün köylünün alkışını toplardı.Fatma’nın sesi,çok güzel ve yanık olması nedeniyle,herkesin ilgisini çekerdi.Böyle geçerdi bizim köyde geceler...
Eşim ve ben zaman geçtikçe birbirimize alışıyorduk.Mustafa çiftçilikle ben de hayvanlarla uğraşarak geçimimizi sağlıyorduk.Bir yıl kadar sonra oğlumuz oldu.Çok geçmeden bir oğlum daha oldu.Ben çocuklara baktığımdan,hayvanlara,bağ ve bahçeye Mustafa bakıyordu.Başka bir işle ilgilenecek vakti kalmıyordu.Tarlalar da malum ancak yetiyordu geçinmemize.Aç kalmıyorduk ama öyle özenilecek kadar da rahat sayılmazdık.Geçim sıkıntısı denilen dertten biz de payımıza düşeni alıyorduk.Derken üçüncü çocuğa hamile kaldım.Kendi yağımızda kavrulup mutluluktan yana payımıza düşeni almak için elimizden geleni yapıyorduk.
Yine bir akşam komşularla ajansları izliyorduk.Bir anda neye uğradığımızı anlamadan kendimizi suyun içinde bulduk.Ayak bileklerimize kadar suyun içindeydik.Bütün herkesi bir telaş sardı.Herkes evine doğru koşuşturmaya başladı.Bütün köy yükselen sulardan hayvanlarını,ev eşyalarını,erzaklarını artık ne geçerse ellerine kurtarmaya çalışıyordu.İnsanlar bu anlam veremedikleri durum içerisinde feryat figan ediyordu.Her yerden uykularından apar topar uyandırılan çocukların ağlamaklı haykırışları yükseliyordu.Ben ise karnımda çocukla,kucağımda Ali ile koşturuyordum,ne yaptığımı bilmeden.Gözüm bir ara çilli horozuma takıldı.Kanat çırpa çırpa bir zıplayıp bir suya gömülerek boğulmama mücadelesi veriyordu.Horozu da ekledim canlı varlık yüküme.Hemen sudan çıktım.Herkes de sudan yüksek bir yere çıkmıştı.Sudan kurtulur kurtulmaz kendimi yerde buldum.Karnıma şiddetini tarif edemediğim sancılar girmişti.Çok acıyordu.Ne yapacağımı bilmiyordum,öylece kıvranmaktan başka.Etraftakiler yetişip yardım ettiler.Fakat karnımdaki bu sancılara dayanamamıştı.Çocuğumu daha bir kere bile göremeden kaybetmiştim.
Ertesi gün uyandığımda farkındaydım eksilen yanlarımın.Şöyle bir çevreme baktım.Herkes başucumdaydı.Eşim,çocuklarım yanımda;Zeliha teyze karşımda annem babam bir taraftaydı.Ama bir kişi eksikti.Evet Zeliha teyzenin kocası Hasan amca yoktu.Mustafa’ya:’’ Hasan amca nerede?’’dedim.Üzgündü,ağzını buruşturdu.Kafasını yere eğdi konuşamadı.Maalesef Hasan amca ölmüştü.Zaten o gece de bize de gelmemişti.Yorgunmuş erkenden uyumuş.Hain su uykuda yakalamış onu.Uyanamamış ya da uyandığında kurtulmaya fırsat bulamamış.O geceki uykusu son uykusu olmuştu.Ecel onu yatağında yakalamıştı.Bize hep söylerdi:’’Evimde yatağımda ölmek isterim,Allah’ım bunu bana çok görme .’’Bu kadar olur.Bu kalbi temiz insanın Allah duasını kabul etmiş,yatağında tatlı rüyasında canını almıştı.
Aslında bize haftalar öncesinden söylenmişti suların tutulacağı.Biz her zamanki köylü edasıyla pek kulak asmamıştık.’’Allah’ın dediği olur’’dedik.Hiçbir şekilde bir önlem almadık,hazırlık yapmadık.Keşke yapsaydık da belki şimdi Hasan amca yanımızda bebeğim karnımda olurdu.İşte bu keşkeler içten içe yiyip bitiriyor bizi.Dilimiz alışmış ‘’keşke’’ye bir türlü ‘’iyi ki’’ diyemiyoruz,böyle giderse diyemeyeceğiz de...
Bu felaketle çok şey kaybettik.Köyümüzü,evimizi,tarlalarımızı,bağ ve bahçelerimizi,hayvanlarımızı en önemlisi de canlarımızı.Köydeki iyi kötü bütün hatıralarımız o baraj altında kalmıştı.Bizi bir araya toplayan resimli kutumuz yani televizyonumuz bile...Neyse artık’’Sağlık olsun,canımızı kurtardığımıza şükür edelim’’demekten başka elimizden bir şey gelmiyordu.
Peki ya şimdi ne yapacaktık?Nerede kalacaktık?Mecburen gidecektik buralardan ama nereye?Bir kısım köylü komşu köye gitti.Annem ve babam karşı köydeki akrabalarmızın yanına yerleşeceğimizi söylediler.Hep birlikte gidecektik ama Mustafa istemedi.Şehirde asker arkadaşı varmış.’’Oraya gideriz.’’dedi.Annemler pek razı gözükmüyordu ama Mustafa’yı da kırmak istemiyorlardı.
Uzun süren ısrarlı konuşmalardan sonra derken bir gün yola çıktık.Şehre giden bir köylümüzle yola çıktık demirden bozma arabasıyla.Arabaya binerken horozum kalmak istercesine çırpınıyordu ellerimde.Ailem ve ben de horozla aynı duyguları paylaşmıyor değildik.Köyden ağır ağır uzaklaşırken gözyaşlarıma hakim olamadım.Arkamıza baka baka gidiyorduk.Barajdan arta kalan köy artık gözden kaybolmuştu.Bir saate yakın yoldan sonra şehir yavaş yavaş o gri yüzünü göstermeye başladı.Şehre vardık.Arabadan inince karşımıza üstü başı perişan,saç baş darmadağın esmer,ufak bir çocuk çıktı.Simit satıyordu.Birkaç simit aldık.Ali acıkmış olacak ki simidin bir tanesini bitirip hemen ikincisini çekti elimden.Biz oğlumla simit paylaşırken Mustafa elinde iki biletle geldi.Daha sonradan otobüs olduğunu öğrendiğim uzun bir araca bindik.Meğer şehirdeki insanlar parayla aldıkları,bilet denilen kağıt parçalarıyla bu araçlara binip şehir içindeki ulaşımlarını sağlıyorlarmış.Şehir içinde epey yol gittik.Bir ara uyumuşum.Köyü sayıklıyormuşum.Birden titreyerek uyandım.Derken nihayet vardık.Mustafa otobüsten indikten sonra bir telefon kulübesinden asker arkadaşına telefon etti.
Arkadaşı bizi almaya geldi.Mustafa bizi tanıştırdı.Adı Recep’ti.Mülayim,orta boylu çekingen biriydi.Eşini merak ediyordum.Bize nasıl davranır,hoş karşılar mı diye tedirgindim.Bunları düşünürken evlerine vardık.Kadıncağız bizi kapıda bekliyordu.Adı Zeynep’ti.Gayet kibar,tatlı bir dille bizi içeriye aldı.Bütün yol boyunca beni tedirgin eden düşüncelerden kurulmuştum.Üstümüze başımıza;yolun verdiği yorgunluk,sığınmanın verdiği mahcubiyet yansıyordu.Önce bir elimizi yüzümüzü yıkadık.Yorgunluk çaylarımızı içtik.Zeynep bacının sayesinde üstümüzdeki yol pasını attık.Hava kararıyordu ağırdan.Akşam için hep beraber yemek falan hazırladık.Hep birlikte de yedik.Sabaha kadar uyumadık.Ben Zeynep’le dertleşiyordum,Mustafa da Recep’le hasret giderircesine sohbet ediyordu.
Sabah kahvaltısından sonra ev aramaya çıktık.Biraz gezdik.Ev kiraları çok yüksekti.Ucuz evler de oturulacak gibi değildi.İki göz odası olan evlere,mağaradan bozma evciklere sahip;ağzının lafını bilmeyen,******ça kiracıyı hor gören ev sahipleri çoğunluktaydı.Birkaç gün sonra nihayet bir ev bulduk.Receplerin iki üç sokak aşağısındaydı.Günün şartlarına göre bulunabilecek en güzel evlerdendi.Kirası diğerlerine göre uygun, minik,kutu gibi evdi.En önemlisi evin sahibi şirin,mütevazi yaşlı bir teyzeydi.Oraya taşındık.Birtakım eşyaları Zeynep’ten temin ettik.Ayrıca evi de birlikte temizledik ve döşedik.Zeynep’le gün geçtikçe ısınıyorduk.Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu.Sürekli ya bizdeydik ya onlarda.Birbirimize her konuda yardımcı oluyorduk.Bu koca şehirde sımsıkı kenetlenmiştik.
Daha sonra babamlar baraj altında kalan araziler yerine aldıkları paranın bir kısmıyla bize ev aldılar.Yine babamların yardımıyla evin altına bir de bakkal açtık.Her şey düzene binmişti.Düzenli bir gelirimiz,güzel bir evimiz,küçük bir bakkal dükkanımız vardı artık.Çocuklar büyüyordu.Oğlum Ali okula başladı.Diğer oğlum Samet de altı yaşındaydı.Biz okumamıştık.Ama onlar okusun diye elimizden geleni yapmalıydık ve yapıyorduk.
Zaman su gibi akıp gidiyordu.Bu şehre alışamamıştım.Köyümü çok özlemiştim.Köye gitmeye karar verdik.Sanki dün gidiyordum buralardan.Aradan sekiz yıl geçti ben yine köyümdeyim.Köy suyla bir olmuştu.Köyün minaresinin üst kısmı gözüküyordu.Ondan başka her yeri su kaplamıştı.Suya baktıkça o zor günler aklıma geliyordu.Her şey yok olmuştu ama köyümün o içimi rahatlatan,nefes aldığımı fark ettiren havasına bir şey olmamıştı.
Daha sonra annem ve babamın kaldığı köye gittik.Sarıldık,oturduk hasret giderdik.Babam artık yaşlılıktan dolayı köy hayatını idare edemediğini söyledi.Bizde şehire yanımıza yerleşmelerini önerdik.Biraz ısrardan sonra annem babamı yanımıza aldık.Uzun bir aradan sonra yine bir aradaydık.Annem ve babamın yanımıza yerleşmesiyle mutluluğumuz kat kat artmıştı.
Bu tablo içinde dönüp arkama bakıyorum da kapanan pencereler olmasına rağmen hayatta mutluluğa açılan pencereler daha da çoğunlukta.Kapanan her pencereye inat, yeni pencereler açabilme umudunu taşımak dileğiyle....
FATMA ASLAN
CUMHURİYET LİSESİ ---10/DTM 117
Gönderen: Anonymous
Yorumlayan: LİON tarih 19.03.2007
BÖYLE YARİŞMALAR YAPARAK BİLMEDİĞİMİZ YÖNLERİ KEŞFETMEMİZİ SAĞLAYAN İBRAHİM HOCAMA SONSUZ TEŞEKKÜRLER...MAKALEMDE EMEĞİ BULUNAN ANNEME DE TEŞEKKÜR EDİYORUM...AYRICA 1.LİK ÖNEMLİ DEĞİL ÖNEMLİ OLAN BÖYLE YÖNLERİMİZİ KEŞFETMEKTİR.SİZLERİN GÖZÜNDE 1. OLMAKTA GÜZEL....FATMA ASLAN