Parlamenter Geçmişimiz
Türk tarihindeki ilk seçim 1876 yılında l. Meşrutiyet’in ilanı ile ll. Abdülhamit döneminde yapıldı. İlk parlamento 20 Mart 1877 yılında çalışmaya başladı. İki dereceli bir seçimle oluşan Mebusan Meclisi 69’u Müslüman 46’sı Gayri Müslimlerden olmak üzere toplam 115 milletvekilinden meydana gelmiştir. Fakat 23 Nisan 1877 yılında Ruslarla yapılan savaş sırasında meclisin hükümeti eleştirmesi üzerin fesh edildi. Yeniden seçimlere gidildi. 13 Aralık 1877 yılında ikinci Mebusan Meclisi faaliyete başladı. Ancak Rus savaşının kötü geçmesi ve Meclis içindeki Gayri Müslimlerin Ruslarla el altında görüşmeleri üzerine ll. Abdülhamit meclisi 14 Şubat 1878 yılında tatil etti.
Meclisin açılması 1908 yılında ll. Meşrutiyetle mümkün olabildi. 1908 yılında ilan edilen ll. Meşrutiyetin getirmiş olduğu anayasal düzenleme sonucu Türkiye’de partilerin kurulması kabul edildi. Böylece ilk siyasi partiler kurulmuş oldu. Fakat Osmanlı Devleti l. Dünya savaşını kaybedip Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalayınca Padişah Vl.Mehmet Vahdettin 21 Aralık 1918 yılında Mebusan Meclisi’ni dağıttı.
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’dan yükselen meclisin tekrar açılması talebine Padişah daha fazla direnemedi. Meclis 12 Ocak 1920’de tekrar açıldı. Son Osmanlı Mebusan Meclisinin Türk siyasal ve kurtuluş savaşı tarihindeki en önemli özelliği 28 Ocak 1920 yılında almış olduğu Misak-ı Milli kararıdır. Bu kararla meclis, ulusal mücadeleye bir meşruiyet temeli sağladığı gibi, milli mücadelenin hedefini de çizmiştir. Bu açıdan Mebusan Meclisi, Milli Mücadelenin görünmeyen kahramanlarındandır.
Mebusan Meclisi’nin bu direniş kararına itilaf devletlerinden sert tepki gelmesi gecikmez. 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilir. Ardından meclis dağıtılır. Milletvekilleri tutuklanır. 11 Nisan 1920’de Mebusan Meclisi Padişah tarafından resmen kapatılır. Böylece Türk siyasi tarihindeki ilk parlamenter deneyimimiz tarihe mal olmuş oldu. Bunun üzerine Mustafa Kemal 19 Mart 1920’de bir bildiri yayınlayarak olağanüstü yetkilerle sahip bir meclisin Ankara’da toplanacağını ve seçimlerin yapılacağını ilan eder. Böylece TBMM’nin temelleri atılmış olur. Bu meclise seçimle gelecek milletvekillerinin yanında dağıtılmış olan Mebusan Meclisi’nin milletvekilleri de katılabileceklerdir.
İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli ve Kurtuluş Savaşını’nin yönetimi Ankara’daki tarihi meclis binasında atıldı. Bu meclis binası İttihat ve Terakki Partisi binasıydı. Mecliste Milletvekillerinin oturmaları için okullardan sıralar getirildi. Bu ilk meclis 23 Nisan 1920 yılında Hacı Bayram Camisinde kılınan Cuma namazından sonra büyük bir coşkuyla açıldı. İlk mecliste 115 milletvekili bulunuyordu. En yaşlı milletvekili olan Sinop milletvekili Şerif Bey başkanlık etti. 24 Nisan 1920 yılında meclis başkanlığına Mustafa Kemal getirildi. Bu görevi 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyetin ilanına kadar sürdürdü.
Türk Parlamentosu, diğer dünya parlamentolarından farlı olarak bir ulusal mücadeleyi yönetmiş oldu. Bu açılardan meclisimiz özgün bir yere sahiptir.
TÜRK SİYASAL TARİHİ VEYA DARBELER TARİHİ
Cumhuriyet döneminin siyasal tarihini veya başka bir deyişle parlamenter tarihimizi incelediğimizde bunun aslında bir darbeler, baskılar ve halka rağmen halkı yönetme mücadelesi olduğunu görürüz. Cumhuriyeti kuran kadrolar, her ne kadar iyi niyetli olsalar da zamanla belli bir elit veya seçkinler zümresini oluşturmaktan kurtulamadılar. Ülkeyi işgalden ve Padişah yönetiminden kurtardıklarından kendilerini sürekli bu ülkenin gerçek sahibi ve kurtarıcısı olduklarını düşündüler. Fakat, şimdi Padişah yurt dışına sürülmüş, düşman denize dökülmüştü. Ülkeyi kimden kurtaracaklardı. Onlar, düşman üretmekte zorlanmadılar. Yeni düşman veya ülkeyi kendilerinden kurtarmaları gereken düşman bizzat halk olacaktı. Çünkü Türk halkı cahildi. Gericiydi. Yobazdı. Dinini severdi. Eğer onlar yönetimi ele geçirirlerse seçkinler zümresinin bütün düzenleri ve başarıları ellerinden alınacaktı.
Bu nedenle, ülkeyi kurtaran elit zümre halkı ve halkın değerlerini karşılarına aldılar. Bu değerler din, gelenek ve maziydi. Bunun için Bizzat Atatürk’ü bile karşılarına almaktan çekinmediler. Atatürk’ün son dönemleri bir anlamda onun seçkinler zümresine karşı halk adına mücadele etmesiydi. Fakat onun erken ve vakitsiz ölümü (onun böyle birden bire sahneden çekilmesi de ayrıca şüphelidir) üzerine yönetim gerçek anlamda bu elitin eline geçti. İlk yaptıkları iş, bizzat Atatürk’ü halktan koparmak ve paralarda onun resmini çıkarmaktı. Demokrat partisinin iktidara geldikten sonra Atatürk’e iade-i itibar sağlaması ve ona hakaret etmeyi yasaklaması da bu minvalde değerlendirmek gerekmektedir. Fakat demokrat partisini iktidardan eden güçler, Atatürk inkılapları adına onlara karşı olduğunu söylemekleri de benci büyük bir ironidir.
Cumhuriyeti yöneten sınıf, kendi iktidarlarını sürdürmek ve iktidar nimetlerinden yararlanmak için halkın değerlerini küçümsediler. Halkın her türlü taleplerine “laiklik” sihirli formülüyle karşı çıktılar. Darbelerimize ve kapatılan partilerimizin gerekçelerine baktığımızda da bunu görürüz.
Peki, halka rağmen halkı nasıl yönetebiliyorlar. İşte bu elit zümrenin en büyük başarısı da burada gizlidir. Onların en büyük güçleri bizzat ordudur. Bütün desteklerini ordudan almaktadırlar. Ordunun desteğini sağlamayı da laikli, cumhuriyetin değerleri ve Atatürk ilkelerini savunma gerekçesiyle sağlamışlardır.
Bundan dolayı, cuhuriyetimizde aslında cumhur yoktur ve yönetenler de sürekli halktan korkmaktadırlar. Hatta bir büyüğümüzün dediği gibi “komunizim de gelmesi gerekiyorsa onu da biz getiririz.” Bu görüş, onların bulundukları konumu kaybetmek istemedikleri, demokrasi ve hukuk değerlerinin önemli olmadığını çıkarlarını korumak için komunizmi bile getirebeliceklerini, ancak halka yönetimi veremeyecekelirin göstermektedir.
Cumhuriyet tarihimizin parti ve siyasi mücadelesi işte bu bakışla daha iyi anlaşılabilmektedir. Çünkü, Cumuhuriyet siyasal tarihimiz aslında halkın yönetime talip olması ve yönetici elit zümrenin bu mevzilerini terk etmek istememelerinin kavgasıdır. Bir Terakki Perver Cumhuriyte Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’na halkın gösterdiği teveccüh bunun göstergesidir. Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapanmasının en önemli gerekçesi halkın henüz demokrasiye hazır olmamasıdır. Aslında bunu halkın kendilerini ve görüşlerini benimsemedikleri şeklinde algılamaktayız.
Daha sonraki dönemlerde sistem partileri karşısında sürekli dışlanan partiler halkı ilgisine mazhar oldular. Bir demokrat partisinin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesi, ardından onun değerlerine sahip çıktığını iddia eden Adalet Partisine bayrağının devr edilmesi bunun göstergesidir. Fakat Adalet Partisinin gittikçe elit zümreye yanaşması ve halktan kopması üzerine halk başka arayışlara yöneldi. İşte asıl kırılma da burada yaşandı. Çünkü eskiden sistemin karşısında duran partilere blok olarak büyük bir güçle oy veren halkın şimdi oyu bölünmüş oldu. Bu da elit zümrenin yeni bir oyunuydu. Adalet Partisinin yanlarına çekerek halkın elindeki en büyük güç olan oyunu böldüler. Adalet Partisinin sistemle entegre olmaya çalıştığını görenler yeni oluşumlara baş vurdular. Böylece güç dağılmış ve elit zümrenin uzun yıllar mevzilerini korumaya çalışmalarına neden olmuş oldu. Adalet Partisi karşısında yeni arayışlar Milli Nizamı, Milli Selameti, Milliyetçi Hareket Partisi vb. oluşumları ortaya çıkardı. Fakat bu durum, güçlerin bölünmesine yol açtı.
Bu çatışma ve kararsızlık ortamından sonra 12 Eylül darbesi yaşandı. Yine aynı senaryo uygulandı. Halka rağmen onu yönetme senaryosu. Sistemi kuran güçler yine halkı yanlarına çekemediler. Halk büyük bir feraset göstererek sistem partileri karşısında onların dışladığı Anavatan Partisine yöneldi ve onu uzun yıllar iktidara taşıdı. Yani halk, sistemin karşısında olan her oluşumu aslında destekledi. Sergilenen oyunu anlamasa da ferasetiyle hissetti. Peygamberin dediği gibi “mü’minin ferasetiydi bu”
Ama zamanla iktidar nimetlerine gark olan bu oluşum, sistemin dayatmalarına teslim oldu ve geldiği yerleri unuttu. Bunun üzerine halk yeniden kendisinin görüşlerini dile getirecek odaklara yöneldi ve bu ortamda Refah Partisine büyük bir destek verdi. Bu destek sayesinde Refah Partisi iktidara geldi. Ama elit sömürü zümresi, kalelerine yapılan bu saldırının sonuçlarının nasıl olacağını gördü. Çünkü bu hareketin başarıya ulaşması demek bir daha iktidar nimetlerinden yararlanmamak demektir. Bunun üzerine büyük bir oyun sergilendi ve 28 Şubat senaryosuyla halk yeniden iktidardan indirildi. Fakat bu sefer Türk halkı “erkek ve yiğit olduklarını söyleyen” elit zümreye cesurca kafa tütabileceklerini savunup halktan oy isteyen MHP’yi desteklediler. Gerçekten de bu parti yüzde beşler civarındaki oyarını alıp yüzde onbeşlere kadar çıkarabildi ve iktidara taşında. Ama yine aynı ironi sergilendi. Bu oluşum, iktidar oldu fakat muktedir olmadı. Yönetimi halk adına yürüteceklerine elit zümresinin sözcüsü olmaya başladılar. Erkek olduklarını iddia etmelerine rağmen, gerçekten ürkek oldular. Tehdit ve Satajlara boyun eğdiler. Seçkinler zümresinin her dediklerini yaptılar. Bunun da cezasını halk verdi tekrar onları geldikleri yüzdelik dilimine gömdü.
Halk, bu sefer sistemin dışladığı ve yasaklı, mağdur olan AKP’ye yöneldi. Bu partide bir anlamda Refah Partisinin izlerini de görüyordu. Ayrıca daha genç ve dinamik olmaları halkın teveccühünü kazanmıştı. Bir diğer düşünce de elit zümresinin Refah/saadet oluşumuna iktidarı vermeyeceklerini bu nedenle bu oluşumun daha yumuşak bir geçiş sağlayacaklarını düşünmeleriydi. Gerçekten de ezici bir çoğunlukla AKP ikitadara geldi.
Elit tabaka, yönetimi teslim etmemek için büyük bir direnç gösterdi. Bu iktidara karşı bütün kurumlar direndiler. Elit tabaka’nın elinde son bir kale vardı. O da Çankaya idi. İşte bunu teslim etmemek için iç savaş bile çıkarmayı göze aldılar. Bu amaçla büyük bir senaryo uygulamaya geçti. Bu senaryo, halkın kutuplara bölünmesi ve safların belirginleşmesiydi. Yani Cumhuriytin kurulmasından beri perde arkasında olan elit tabaka cumhuriyet mitingleriyle elde ettikleri kazanımlarını kaybetmemek için sahneye çıktılar. Bundan sonraki siyasi tarihimiz, halk ile bu seçkinler zümresi arasındaki mücadele olacaktır. Bu mücadelenin en kırılgan ve hassas noktası ise ordudur. Çünkü Türk siyasal tarihimizin en belirgin gücü ve iktidar nimetlerini dağıtan unsur ordudur. Ordunun desteklediği güçler iktidar olur. Bu nedenle Osmanlı ve hatta orta Asya geçmişimize baktığımızda bu hep görürüz. Yeniçeri isyanları aslında belli bir kesimin yönetime talip olma veya gücü elden kaçırmama mücadelesidir. Temennimiz, ordunun sağduyulu olması ve halkın yanında saf tutmasıdır.
Cumhuriyet Döneminde Partiler ve Darbeler
Yukarıda, ülkemizdeki yönetim ve iktidar mücadelesinin mantığını kısaca anlattık. Şimdi, bu mücadelede yer alan partileri ve onlara karşı yapılan darbeleri de anlatarak konumuzu bitirelim.
Türk siyasi tarhimizin en önemli partisi kanımca İtithat ve Terakki Partisi’dir. Bu partinin temelleri Avrupa’ya okumaya giden Türk gençleri tarafından atıldı. Jön Türkler de denilen bu hareket zamanla Avrupa tarzı bir yönetimi ve yaşamı ülkemizde de hayata geçirmek için örgütlenerek bu partiyi kurdu. Jön Türklerin yönetime yaptıkları ilk müdahale Sultan Abdülaziz’i öldürerek tahttan indirmeleri ve ardından Mithat Paşa’nın Meşrutiyet şartıyla ll. Abdülhamit’i tahta geçirmesi ile başlar. Böylece Türk siyasal geleneğinde darbeler, yöneticiyi öldürmeler ve ardından her darbecinin kendi görüş ve ideolojisini yansıtacak olan bir anayasa yapma girişimini başlatır. Bu anayasaların da bir türlü kalıcı olmamaların nedeni de halkın sorunlarını değil, elit tabakanın sorunlarını ve yaşam tarzını yansıtmasıdır. Ayrıca, maddeler konjüktürel hazırlandıklarından kısa zamanda demode olmaktadır. Halbuki batı anayasa tarihleri hep halkla birlikte ve halkın gelenekleriyle barışık bir şekilde yürümüştür.
ll. Abdülhamit’in Jön Türklere karşı darbe yapması ve Mithat Paşa’yı tasfiye etmesi üzerine bu hareket yer altına çekildi. Burada Osmanlı karşıtı (Yunan, Sırp, Mason, Siyonist ve Uluslar arası Ajanlar) her türlü fikirlerle zina yaptı ve sonunda veledi zina olan İttihat ve Terakki Partisi doğdu. Bu parti, kendi manevi babalarının destekleriyle güçlendi. İsyan çıkardı. Bunun üzerine Meşrutiyet tekrar ilan edildi. Fakat onlar ve manevi babaları, fikirlerini hayata geçmesini engelleyen en önemli gücün ll.Abdülhamit olduğunu gördüklerinden onu tasfiye etmeye karar verdiler. Senaryo 31 Mart vakası ile uygulandı. Padişah hal edildi. Yönetime ll. Abdülhamit geçti.
Böylece Türk siyasal tarihimizde, asker desteğiyle ve darbelerle iktidara gelme kapısı da açılmış oldu. Bu tarz siyaset yapmaya İttihatçı mantık denir ve bu mantığı günümüzde CHP temsil etmektedir.
Cumhuriyet döneminde devletin partisi olarak kurulan CHP’ye karşı ilk muhalefet hareketi olarak Terakkipervet Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Kurucusu Kazım Karebekir, böyle bir partiyi kurduğu için yaptığı tüm çalışmalar silindiği gibi, unutulmaya terk edildi. Halbuki kurtuluş savaşının en önemli mimarlarından ve Atatürk’ün yakın silah arkadaşı olan bu şahıs maalesef unutturuldu. Tarih kitaplarımızda kendisinden bu partinin kapandığı 1925 yılından sonra hiç haber alamaz olduk. Yani tasfiye edildi. Böylece sisteme karşı çıkan ilk partinin akıbeti daha sonraki tüm oluşumlara örnek oldu. Bu partinin kapasılmasının en önemli gerekçesi “laiklik ilkesine karşı çıkmasıydı.” Bu gerekçe Refah Partisi’nin kapatılmasının da gerekçesiydi.
Ardından ısmarlama bir parti olan Atatürk’ün isteği üzerine Fethi Okyar tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasını görürüz. Bu partinin kurulmasının temel amacı halkın görüşlerinin yansıtılmasından ziyade tepkileri azaltmaktı. Fakat, halkın kahir ekseriyetinin bu partiye yönelmeye başladığı ve iktidarlarının sarsılabileceği anlaşıldığından bizzat Fethi Okyar tarfından kapatıldı.
1946 yılına geldiğimizde İnönü’nün batıya açılma politikası sonucu batının baskısıyla tekrar çok partili hayata geçiş görülür. Bu dönemde kurulan Demokrat Partisi haliyle halkın büyük desteğiyle iktidara gelir. Fakat elit tabaka da boş durmamakta ve seçimle gelemedikleri yere ordunun desteğiyle gelmenin hazırlığını yapmaktadırlar. Ardından İnönü’nün desteğiyle 1960 darbesi yapılır. Bu darbeyle partinin üç önemli şahsı idam edilir. Böylece Osmanlıdan beri gelen yöneticileri idam etme geleneği devam eder. Fakat ilginç olan, bu partinin diğer bir kurucusu ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a dokunulmamasıydı. Bazılar bu dokunulmazlığı Celal Bayar’ın mason olmasına bağlarlar.
Bundan sonraki sürçte ülkeyi belirsizlik ve kaos alır. Kaos siyasi belirsizlik 70’li yıllarda kendisini iyice hissettirir. 12 Mart 12 Eylül askeri müdahaleleri yaşanır. Ardından 1982 yılında ordu tekrar yönetime el koyar. Bir anlamda sisteme balans ayarı çekilir. Sistemin halka teveccüh etmesi ve halkın dini/millideğerlerine sahip çıkması üzerine 28 Şubat müdahalesi yapılar.
Zaten Türk demokrasi tarihi bir darbeler tarihidir. Ordu, demokrasi adına darbe yapmakta ve demokrasi adına özgürlükleri kısıtlamaktadır.
İBRAHİM HALİL ER