En Büyük Yıkılışı Bu Mevsimde Yaşayan Dedem Hatırasına.
O günden beri iki kelime laf etmedik. Harfleri yan yana getirip, kelime düzeyinde konuşmadık. İçimizdekileri müebbet hapse mahkum etmişiz, her güzel gün mazide kalmış. Perdeleri çekili, yüklükleri boşalmış o odanın duvarlarının şahitliğinde yıkılışımızı yaşadığımız günün üzerinden on yedi sene geçti.
Çayımızı bulanık içerken, derelerimiz kirli akıyor. Nisan ayında dolaştığımız dağlarımız çok yabani geliyor. Pembe, mor çiçekler siyah görünüyor. Çifte koşulu atlar bir inek sefilliğinde yürüyorlar. Cindo Dayının iti eski havlamalarını bırakmış, enik yavruları gibi ses çıkartıyor. Düğünlerde Zurnacı Kadir’in çaldığı müzikler fersiz, Davulcu Mıstığın davulu eskisi gibi ses vermiyor. Ömük Zeki’nin plak çalarından her gece dinlediğmiz Nuri Sesigüzel türküleri köyü inletmez oldu.
Bu böyle gitmeyecek. Ümitlerimi yüreğimde taşıyorum. Buğulu sabahların serinliğinde bekliyorum. Bal arılarına hoş geldin demişim; kızıl arılara prim vermeyeceğim. Bayram sevincini her dem yaşamak varken neden hala “o yıkılış gününü” yaşıyoruz.
Bak yaz da bitiyor. Sevdiğin mevsim sonbahar kendini göstermeye başladı. Son incir ve narların ve şimdilerde Özbek kavununun lezzetini tadını gel beraber tadalım. Hem yerken “Sarı Gelin” türküsünü yan yana dinleyelim. Aşağıobanın pınarından testimizi doldurup bahçede bizi bekleyen dostlara ikram edelim. İkindi ezanı okunursa namazımızı Yeşil Minareli Camii’de kılalım.
Yaramaz çocukların yola attıkları taşları -Şevket dayının yaptığı gibi- top oynarcasına yol kenarına iteleyelim. Hatta Hatme’nin pınarına gidip bir “depme” mizi de orada dolduralım. Çayın suyunun cıvıl cıvıl akışını seyredip, çınarların etrafa yaydığı enfes kokuları içimize çekelim.
Bana küsmüş, darılmışsın. Dönüşü olmayan bir mekanda olmanın kırgınlığı ile bana gel dersin demesine de dostlar iş bekler. Amma illa ısrarın olursa da teslim gününü beklerim.
Kaynak...