Cografya kitaplarindan ögrendigimiz çok sey var kuskusuz... Haritalari
incelemekten de... Ama kentlere, kasabalara, ülkelere iliskin yasantilarimiz
biriktikçe, kendi duygularimiz olustukça, asil cografya bilgimizi ediniyoruz.
Kendi duygusal cografyamiz olusuyor...
Bunu yasadiklariyla gördü o. Halfeti'den Burhaniye'ye, Kars'tan Kesan'a,
Bosna_Hersek'ten Almanya'ya kadar pek çok kent ve ülke, atlasta bambaska
anlamlar yüklendi onun için. Haritada bir nokta, sinirlari belirlenmis bir alan
degil bu kentler ve ülkeler.
Bir ülkeyi, bir kenti, bir kasabayi, bir köyü gezmis görmüs, o cografyadaki
tarihsel kalintilari, yasayan yüzleri, insanlari tanimissaniz, özel bir anlam edinir
oralar.
Dogdugunuz, büyüdügünüz, yillarca yasadiginiz bir kent, kasaba, cografya
ise artik bedeninizin bir parçasi haline gelmistir. Onun içindir sairin, "Insan
yasadigi yere benzer" demesi. O cografyaya benzemissinizdir. O cografyanin
çizgileri vardir yüzünüzde... Gülümseyisinizde, bakisinizda... O cografya,
oranin suyu, oranin yagmurlari, oranin günesi, oranin evleri, oranin çimenleri,
oranin kayalari, ..., usta bir hattat gibi islemistir ruhunuzu ve bedeninizi...
Bedeninizi ve ruhunuzu, oradan kopardiniz mi bir bosluk baslar... Anilariniz
elinizden alinmistir sanki... Eksik yasamaya baslarsiniz...
Geride kalan yüzyil, bu anlamda insanlik trajedileriyle dolu... Bedenini ve
ruhunu isleyen ustasindan ayri düsürülen insanlarin trajedileriyle... Nedeni
irkçiliktan kaynaklanan baskilar, soykirim girisimleri olmus bazen, bazen dinsel
yobazliktan kaynaklanan kiyimlar... Siyasal baskilar... Insan haklari ihlalleri...
Bazen yoksulluk... Topraklarindan kopmak zorunda kalan insanlar, mülteciler,
umut olarak gördükleri ülkelere kapak atabilmek için yollara düsmüs. Eski
çaglardaki köle tüccarlarinin 20. yüzyil versiyonu "insan tüccarlari" türemis
böylece. Yollara düsenlerin kimisi, soguk sularda bogusarak can vermis. Kimisi
bir tirin kasasinda... Ölümle sonuçlanmis umut yolculuklari. Kiminin payina da,
vardiklari ülkelerde sürünmek düsmüs.
Insanlarin, yasadiklari topraklardan kopmalarinin/ koparilmalarinin bir
nedeni de teknoloji olmus... Uygarlik ilerledikçe, teknolojik gelismeler günlük
yasami kolaylastirici ürünlerle her yanimizi kusattikça, bu ürünlerin kullanimini
saglayici yatirimlar gerekmis. Elektrik üretimiyle ilgili yatirimlar geliyor
bunlarin basinda...
Barajlar yapilmis her yere... Yapilan her baraj, binlerce insanin ruhunu
incitmis... Topraklarini, anilarini almis ellerinden... Bazen de tüm insanligin
ortak degerleri olan tarihsel kalintilari...
Güneydogu Anadolu Projesi (GAP) çerçevesinde, yap-islet-devret modeliyle
bir özel sirkete yaptirilan Birecik Baraji bunlarin son örnegi. Baraj sulari,
"Arabistanli Lawrence" olarak ünlenen Thomas Edward Lawrence'ten
baslayarak, tarihi boyunca birçok tarihsel yapit kaçakçisinin gözünü üzerine
diktigi, talan ettigi Zeugma (Belkis) antik kentini yuttu 2000 yilinda. Sular kenti
yutmadan kazilara biraz daha zaman ayrilabilmesi için çirpindi durdu çevreci
ve demokrat kamuoyu. Hasankeyf'i sular altinda birakacak olan Ilisu Baraji'nin
insaatinin ise yeniden projelendirilmesi istendi. Tarihe karsi islenen bir suçtu
bunlar. Daha önce, Atatürk Baraji'nin yapiminda da benzer bir suç islenmisti.
Kommagene Kralligi'nin merkezinin bulundugu Samsat Höyügü, Atatürk
Baraji'nin sulari altinda...
Simdi ise sira Pergamon ya da bugünkü adiyla Bergama'da... Dünyada
yalnizca dört tane Asklepion oldugu saniliyordu. Son yillardaki kazilar ortaya
çikardi ki, bir Asklepion da Bergama'da var. Var da, 2002'de Yortanli Baraji
yutacak orayi da...
Kültür Bakanligi'nin internet sitesinde (www.kultur.gov.tr) verilen bilgilere
göre, Anadolu'daki 9 antik bölgeyi 89 antik kent süslüyor. Bunca bollukta
bazilari sular altinda kalsa ne olur mu deniyor acaba? Baska nasil
açiklanabilir, 1992'den bu yana Zeugma'nin sular altinda kalacaginin
bilinmesine karsin, son ana kadar kurtarma çalismalarinin yapilmamasi...
1992'dan sonraki kültür bakanlari, Timurçin Savas, Fikri Saglar, Ercan Karakas,
Ismail Cem, Agah Oktay Güner, Ismail Kahraman ve Istemihan Talay, hiç
degilse kalplerinde bir sizi duyuyorlar mi acaba?
***
Gaizantep'in Nizip ilçesinde, Firat Nehri kenarinda bulunan ve Birecik
Baraji'nin sulari altinda kalan Belkis Zeugma antik kenti, savas tanrisi Mars'in
Türkiye'de bir benzeri olmayan bronz heykeli ve görenleri hayrete düsürecek
güzellikteki mozaikleri basta olmak üzere, birbirinden degerli çok sayidaki
tarihsel yapitlari nedeniyle arkeoloji dünyasinin ilgi odagiydi. Belki daha az ilgi
gören duvar resimlerinin (freskler) ise, 90'i seçildi. GAP Bölge Idaresi Baskanligi
ve Zeugma'daki kurtarma kazilarina finans saglayan ABD'de yerlesik Packard
Humanities Institute'nin (PHI) olusturdugu laboratuvarlara tasindi. Restore
ediliyorlar. Bu vakif, Zeugma'da fistik agaçlari arasinda laboratuvar ve
arastirma merkezlerini de içerecek bir müzenin kurulmasi için 25-50 milyon
dolarlik bagista bulunacakmis.
Türkiye'de "Ikinci Efes" olarak tanimlaniyordu Zeugma. The New York Times
gibi yabanci yayinlarda ise "Ikinci Pompei" olarak.
***
Barajlarin yapimina, dahasi nereye yapilacagina asil olarak politikacilar
karar verir. Danistiklari teknokratlar vardir elbette... Arkeologlara, sosyologlara
da danisirlar mi bilinmez... Onlar karari verir, insaat baslar. Insaat biter sular
yükselir. Yutmaya baslar, agaçlari, evleri, tarihsel degerleri... Anilari...
"Kavaklica Köyü'nde agaçlarin çigligini duyar gibiyiz" diyor Doganay
Sevindik, Zeugma'yi sular altinda kalmadan hiç degilse fotograf ve saydamlarla
belgelemek için çabalarkenki izlenimlerinde. Sular içinde kalmis agaçlar...
Dallarinin uçlari, o en uç dallari gözüküyormus yalnizca....
Sevindik'in izlenimlerinden ögreniyoruz ki, evleri Birecik Baraji'nin sulari
altinda kalacak olan Savasan Köyü'nde yasayanlar, onlardan biri olan yüz üç
yasindaki Emine Teyze, "su ayaklarina deginceye kadar" oradan gitmek
istemiyormus. Gitmemis de...
Nar eksisi ile ünlü Bahçeönü Köyü'nde evi ve traktörü sular altinda kalan bir
kisi, kendini Firat'in sularina birakivermis...
Belkis Köyü'nde yasayan bir baskasi ise, bahçesindeki agaçlar kesilince
duydugu üzüntüden kalp krizi geçirmis ve ölmüs... Çünkü, biliyorlar(di), artik
eksik yasayacaklarini... Çünkü, bedenlerinin bir parçasiydi o topraklar, evler,
agaçlar... Oranin gökyüzü, oraya dogan günes...
***
Yer seçiminin dogrulugunu yanlisligini tartismanin ötesinde, yasanan
insansal ve tarihsel trajediyi anlamak düser sanatçilara... Bunun için de hep
karsi karsiyadirlar politikacilarla.
***
Bunlari düsünürken, ve yazarken bu yaziyi, hapishanelerde insanlar
öldürülüyordu. Türkiye bir binyili bitirip, yeni bir binyila adimini atarken, doga,
tarih ve insan katliamlarini yasadi, yasiyor... Saldiri çok boyutlu... Doga da,
tarih de, insan da tehdit altinda... Dogaya, tarihe karsi saldirgan olanlar, insana
karsi da saldirgan... Dogaya ve tarihe karsi duyarsiz olanlar, insana, insanlara
karsi da duyarsiz...
Yeni binyilin ilk günlerinde, Antalya Kemer'de sismis cesetler vuruyordu
kiyilara... Mültecilerin bedenleriydi onlar. Annelerinin dizine bas koymus,
sevmis, duygulanmis, özlemis, öfkelenmis insanlardi. Kendilerince
mirildandiklari sarkilari vardi. Artik mirildanamayacaklar... Türkiye
cezaevlerinde ölüme yatmis insanlar, onlar da sarki söyleyemeyecek bir
daha... Annelerinin, dostlarinin, sevgililerinin özleyen kalplerinde savrulup
duracaklar güçlü bir dalga gibi... Aciyi, aciyi, aciyi vuracaklar yüzümüze... Ve
baraj gölüne dönüsen Firat Nehri'nde dalgalar, yüzlerce yila dayanmis tarihsel
yapitlari vuruyordu kiyilara... Tipki, Kemer kiyilarindaki cesetler gibi...
***
Yasami; insanin, kavaklarin, gökyüzünün, kuslarin, çiçeklerin yasamini her
zaman, inadina savunanlara, bize merhaba!




pervazlar

ah zeugma
bir ardiç kusu masali...
birer öykü kisisi
olsaydik..
erica, robotron20, küçük
sarisin
türkiye için seve seve
vatan hainligine devam







insanlar ikiye ayrilir.NIZIPLILER VE DIGERLERI