Bazen insan hasassiyetlerini ister istemez bir köşeye atabiliyor. İstanbul Çamlıca’da, Göztepe’de ve belki bir üniversitenin lüks berberine kendinizi teslim edersiniz. Hizmetin en güzelini alır, kullanılan sabundan, havludan şikayetiniz olmaz. Ama bir gün gelir Anadolu’da bir mahalle berberinin saf çırağına kendinizi teslim edebilirsiniz. Bilmem kaçıncı müşteriden kalmış saç kılı dolu bir sabunla başınızı-saçınızı yıkatmak zorunda kalabilir; iş başladığı için sesiniz soluğunuz çıkaramaz, yapılan muameley kenidinizi teslim edersiniz.
Boğaza karşı bir balık lokantasında çatal ve bıçakla -yani elinizi sürmeden- bir levreği kibar bir şekilde yemeniz elbette size yakışır. Ve bir dem gelir, sınır ötesinde ve mesela Erbil’de ‘kendin-pişir kendin ye’ mekanında kendinizi patlıcan kababı yerken bulursunuz. Hijyen hasasiyetinizi sadece muslukta akan suda bulursunuz. Binbir tereddütle pişirilen kebapları yersiniz. İş bununla bitmez, bir arkadaşınız, tabağın dibinde kalmış salata suyunu kirli bir çay bardağında size ikram edebilir. Tam birşey diyecekken kendinizi tutar, bir zamanlar kıllı berber sabunu ile başınızı yıkattığınız o dem gözünüzün önüne gelir, tabağı almış olursunuz. Ama bu defa kendinizi teslim etmez tabaktaki rengine ad konulmayacak salata suyunu kimseye çaktırmadan çöp kovasına boca edersiniz.
Bunun gibi, bazen hasasiyetlerimizin tepetaklak olacağı bir anın ne zaman geleceğini kestirmek güçtür. Öyle değil mi hocam?