ESKİDEN basın gemliydi, gerçekleri yazamıyordu. Şimdi maaşallah basınımız hür, lakin yine "yazılması mutlaka gereken" gerçekler yazılmıyor, dile getirilmiyor. Şair Eşref'in bir dörtlüğü var, metni hatırımda değil mealen yazıyorum:

"Eskiden sansür vardı, her şey yazılamazdı, şimdi hürriyet var; önce yazdırıyorlar, ondan sonra a....ı belliyorlar..."
Medyamız maalesef son derece gemli, iç-sansürlü, mayınlı arazisi çok geniş bir medya...
Bazı büyük medya babalarının (pardon, patronlarının) bankaları var, holdingleri var, katılacakları yüklü ihaleleri var, yiyecekleri balları kaymakları var, satın alacakları, ucuza kapatacakları mallar, tesisler, oteller, arsalar var... Bu yüzden gerçekleri yazamıyorlar. Medyanın, bir kartel ve tekel medyası olması Türkiye'ye çok şeyler kaybettiriyor. Yazılması, söylenmesi, halka duyurulması gereken gerçekleri yazamıyorlar.
Günde birkaç on bin sayfa tutan büyük bir basınımız var. Pazar günü bir gazete alıyorsunuz; ilaveleriyle, ekleriyle, pükleriyle yüz sayfadan fazla. Yekûn olarak büyük basınımızda bin köşe yazarı var. Hepsi yazıyor, yazıyor, yazıyor... Bunların kaç tanesi korkmadan, çekinmeden, açık ve seçik olarak gerçekleri işliyor. Sayıları devede kulaktır. Bundan birkaç ay önce Ahmet Altan "Üçüncü Dünya Savaşı Türkiye'den mi Çıkacak?" başlıklı bir yazı kaleme aldı, büyük ilgi gördü, yazı yabancı dillere tercüme edildi, lakin işin gülünç tarafı Ahmet Altan bunu bir gazetede değil, bir internet sitesinde yayınlayabildi.
Emin Çölaşan'ın Hürriyet'ten niçin atıldığını duymuşsunuzdur. Onunla fikirlerimiz, görüşlerimiz bağdaşmaz, lakin yazmalıydı. Sırası gelmişken anlatayım:
On küsur sene oluyor, telefon çaldı, bir hanım sekreter "Emin Çölaşan Beye bağlıyorum" dedi. Birkaç saniye sonra sesi duyuldu, "Şevket Bey, sizinle fikirlerimiz ve görüşlerimiz yüzde yüz uyuşmaz, fakat yazılarınızı okuyorum, merak ettiğim bir husus var: Siz bu yazıları nasıl yazabiliyorsunuz?.." diye sordu.
Gazeteciliğim, yazarlığım konusunda hiçbir iddiam yok. Sadece şunu söyleyebilirim: Yazılarım sansürsüz çıkar, bunlar ismimle yayınlanıyor, doğruysa da yanlışsa da bana aittir. Millî Gazete'ye bana sağladığı bu hürriyet dolayısıyla teşekkür borçluyum.
Doğruları yazan, cesur, pervasız, kalemini ve vicdanını kiralamamış Ahmet Altan, bundan yıllarca önce bir köşe yazısı yüzünden çalıştığı gazetenin kapısına konmuştu. Basın hürriyeti bu mudur?
Sultan Abdülhamit zamanında sansür vardı. Sultan Abdülhamit, Müslümanların Halifesi, Osmanlıların padişahı, Türklerin hakanıydı. Otoriter bir rejim kurmuştu, çünkü devleti, ülkeyi ve halkı korumak için başka bir çare yoktu. Nitekim O'nun tahttan indirilmesinden on yıl geçtikten sonra, 1918 Mondros Mütarekesiyle Osmanlı Devleti teslim bayrağını çekti, 1922'de sona erdi. Manastır'da 1908'de alçakça şehit edilen Şemsi Paşa Hazretleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun "şefkatli bir istibdat ile ayakta durabileceğine" inanan bir kimseydi. Ne kadar doğru düşünüyormuş...
Velhasıl, bizde, basın/medya hürriyeti lâf olarak, eski tabirle "ism ve resm" olarak mevcuttur. Lakin gerçekte yoktur.
PKK terörünün iç yüzünü halkımız biliyor mu?
Kaç köşe yazarı bu terörün gölgesinde, tozu dumanı içerisinde yapılan on milyarlarca dolarlık ********** ve silâh kaçakçılığından bahsediyor.
Medenî ve gerçekten demokrat ülkelerde ünlü adamların yolsuzluk yaptığı öğrenilince medya yeri göğü inletiyor, yargı harekete geçiyor ve suçlular mahkemeye veriliyor. Bizde öyle mi? Hele bir yazsınlar. Tencere dibin kara... Seninki benden kara..
Bizim Sabataycı büyük medyamız, yolsuzluklarla, başörtüsüyle savaştıkları kadar savaşıyorlar mı? Don Kişot'lar!..
Bir İslâmcı malı götürürse, ortalığı velveleye veriyorlar. Bir çağdaş, avdeti bir kardeş malı götürünce sesleri fazla çıkmıyor.
Bizim bir kısım büyük medyamız, şehvet kamçılayıcı seks konusunda dünya birincisidir. Elhak dünya üzerinde onları bu konuda geçecek ve aşacak başka bir medya yoktur.
Din düşmanlığı konusunda da büyük gazete ve TV'lerimizde hayli Don Kişot bulunmaktadır. Sorsanız, "Aaaa, biz de elbette Müslümanız" diyorlar, sonra her gün İslâm'a, Müslümanlara, mukaddesata saldırıyorlar. Akılsız ve mantıksız çağdaşın biri "Ben Müslümanım ama Şeriata karşıyım" diyordu. Bu kadar mânâsız, bu kadar çelişkili bir lâf olabilir mi? Şeriat nedir? Açın lügatleri, açın ansiklopedileri, açın ciddi kitapları; "Şeriat, Kur'ân'dan, Sünnetten çıkartılmış hükümler ve bilgilerdir; din ile müterâdiftir (eş anlamlıdır)" mânâsını veriyorlar. Hem Müslüman olup, hem Şeriata karşı olmak mümkün müdür? Namaz Şeriat, oruç Şeriat, zekât, hac Şeriat... Sonra bizim hafif akıllı Don Kişot'lar hem Müslüman, hem Şeriat düşmanı oluyorlar. Allah akıl, fikir, mantık, iz'an, basiret, firaset nasip etsin. Böyle söyleyenlerin bir kısmının cahil ve kültürsüz olduğunu, dolduruluşa gelmiş olduğunu kabul etsek bile, diğer bir kısmı bilerek, inadına yazıp konuşuyor. Mert olsunlar, Müslümanız demesinler. Beğenmiyorlarsa, Şeriatı (güçleri yettiği takdirde) ilim ve kültür seviyesinde tenkit etsinler. Elbette cevabını veren çıkar.
Bütün gazete ve televizyonları kastetmiyorum, lakin bir kısmı için "Onlar iflah olmaz"diyorum. Çünkü:
1. Bir kısım büyük medya mafyalaşmış, kartelleşmiş, çeteleşmiş, tekelleşmiştir. Gazeteler ve TV'ler buz dağının suyun üzerinde görünen kısmıdır. Suyun altında bankalar, holdingler, yağlı ballı ihaleler, yüksek faiz volileri, devlet ve millet mallarını ucuza kapmalar, banka hortumlamaları ve daha bir sürü alavere ve dalavere vardır. Böyle bir medyanın taze haber, doğru yorum, halkı aydınlatmak gibi bir fonksiyonu olamaz. Âblar akar, dolablar döner.
2. Türkiye'nin nüfusu 70 milyonu geçti. Bu sayının içinde 1,5 milyon avdetî var. Normal olarak büyük medyadaki avdetîlerin de 50'de 1 olması gerekir. Ama bakıyorsunuz, meselâ çok büyük bir gazetede çoğunluk onlarda. Binlerce çalışanı var, yüzlerce köşe yazarı, yorumcu, şef ve bunların içinde bir tek namaz kılan yok. Bu bir anormallik değil midir?
3. Medya sahasında Müslümanlara gelince: Bu konuda yetersiz, iktidarsız, plansız ve programsız çalışıyorlar. 500 bin basan gazeteleri var ama bunun bayi satışı 35 bin, gerisi abone, bedava dağıtım; cemaate bağlı Hacı Bey para veriyor, her gün 50 veya 100 gazete alıyor. Bunlar evlere, apartmanlara, hanlara, işyerlerine ücretsiz veriliyor. Taşıma suyla değirmen döndürmek misali...

MEHMET ŞEVGİ EYGİ