TARİHTEN DERS ALMAK
İnsanoğlu tarih sahnesinde görülmeye başlamasıyla birlikte kendi faaliyetleri sonucu bir dizi olaylar meydana getirmişlerdir. İşte bu olaylar sonraları zaman ve mekân içerisinde sebep sonuç açılarından ilmi metotlarla incelenerek, araştırılarak tasvir ve yeniden inşa edilmek suretiyle tarih dediğimiz olgu meydana gelmiş olur. Bundan dolayıdır ki tarihi olaylar içerisinde yapanlar yani aktörler, nedenler, sonuçlar, iyi,kötü doğru yanlış her şey vardır. Kısaca tüm yönleriyle insan faaliyetleri vardır. Tarihin ders vericiliği de bundandır işte. Ve ders almakta bunun içindir. Bu toplumların kendi tarihi açısından vazgeçilmez bir durumdur. Romalıların meşhur bir sözü vardır. Denilir ki “Roma tarihini bilmeyen Roma’ya yönetici olamaz” Yani tarihini bileceksin ki geleceğe hata yapmadan yürüyeceksin. “Tarihten ders alınsaydı tarih tekkerür etmezdi” sözü de ders almanın gereğini vurgulamaktadır. Birçoğumuza göre klasik ya da sıradan bir sözdür bu. Ancak sonuçları itibariyle çok önemli bir uyarıdır tarihten ders almak. Almayanlar için tarih sayfalarında onların hazin ve ibret verici sonlarını görebilmekteyiz. Ülke savunmasının her şeyin üstünde olduğu, bunun için sağlam bir savunma örgütünün önemi tarihte Lidya kralı Krezüsün düştüğü hatalardan ve başına gelenlerden sonra anlaşılmıştır. Büyük İskender’in doğuyu fethetme macerası, Hitlerin Sibirya içlerine açılması ve yakın tarihimizde Enver Paşa’nın Sarıkamış harekâtı ders çıkartılacak tarihi olaylardır. Bu örneklediğimiz birkaç olay binlerce yıllık tarihten küçük birer örnektir. Doğru ya da yanlış birçok alanlarda binlerce örnek vardır tarih sayfalarında. Hangi Uygarlıklar hangi Kahramanlar hangi hatalara düşmüş ya da doğruyu, başarıyı yakalamışlar hepsi tarih sayfalarında mevcut.
Osmanlı devleti kötü gidişatı durdurmak ve içteki huzuru sağlamak, yabancı devletlerin iç işlerine müdahalesini önlemek adına 1839 da Tanzimat fermanı, öteki adı ile Gülhane Hattı Hümayun’u ilan eder. Bilindiği üzere ilan edilen bu fermanla İmparatorluğun dahilinde bulunan azınlıklara her alanda eşit haklar veriliyordu. Ve verildi de. Ancak çok sürmeden bu kez yine yabancıların baskısı ve isteğiyle 1856 Islahat fermanı yayınlandı. Bu fermanla da azınlıklara tanınan haklar daha da artırılarak verilmeye devam etti. İkinci Abdülhamit dönemine gelindiğinde içteki huzursuzluk ve yabancı müdahalesi dozunu artırarak devam etti. Giderek taviz tavizi doğuruyordu. Çok sürmedi bir açılımda Bu padişah zamanında yapıldı. Adına Meşrutiyet dediğimiz idari yapı getirildi. Kanunu Esasi ilan edildi. Tamda o sırada Batılı devletlerin diplomatları Sadrazam Saffet Paşa’nın başkanlığında azınlık hakları ile ilgili toplantıda iken Kanuni Esasinin ilanını duyuran 101 pare top atışı yapıldı. Paşa diplomatlara artık bu toplantıya gerek kalmadı duyduğunuz bu top sesleri azınlıklara tanınan hakları güvence altına alan kanuni esasının ilanıdır bu yüzden toplantıyı kapatıyorum diyerek batılı devlet temsilcilerine kibarca İstanbul’u terk etmelerini söyler. Böylece meşrutiyette ilan edilmiş olur. Ancak istekler müdahaleler dur durak bilmediği için buda çözüm olmamış ve bildiğimiz olaylar devam ederek koca İmparatorluğun sonunu getirmiştir. İmparatorluğu sonlandıran Birinci Dünya savaşına girme olayı İttihatçıların ayrı bir serüvenleridir. Enver, Cemal ve Talat paşalar üçlüsünün düştüğü hata telafisi imkânsız sonuçlar getirmiştir.
Sevr antlaşması Kurtuluş savaşının hız kazandığı dönemde hazırlanarak padişaha dikte ettirilir. Saltanat yanlısı İstanbul basını ağız birliği etmişçesine M.Kemal ve Anadolu harekâtı aleyhine yazı yazmaktadırlar. Gazeteci Ali Kemal bir yazısında ”M.Kemal gibi bir çılgın var olduğu sürece bu millete barış ve huzur yoktur” der. M.Kemal niye barışı yani Sevri kabul etmiyor diye. Uzun süren savaşların Anadolu insanı üzerende bıraktığı yorgunluk, bıkınlık ve içinde bulunulan yokluklar savundukları görüşe zemin teşkil ediyordu. Onlara göre kurtuluş Sevri kabul etmekte görülüyor. Aynı yazar bir başka yazısında “eğer Anadolu harekâtı başarıya ulaşırsa ben değil yazarlığımdan insanlığımdan istifa ederim.”der. Kendisi bilindiği üzere Kurtuluş savaşının sonunu görmeden kuvai milliyecilerce katledilir. Ali Kemal ve onun gibi düşünenler Kurtuluş Savaşımızın yılgınları grubunu oluştururlar. Karşı tarafta ise tam bağımsızlık diyerek milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz diyenler vardı. İşte bu inançla ve bu kararlılıkla kurtuluşa ulaşıldı. Ama bunun bedeli de milyonlarca şehit oldu. Çünkü topraklar kendiliğinden vatan olmuyor. Şairin dediği gibi “uğrunda ölen varsa toprak vatan olur”. Üzerinde yaşadığımız bu toprakların tarihsel öyküsünü, Çatısı altında yaşadığımız bu Devletin ve bu Cumhuriyetin kuruluşunun tarihini çok iyi bilmek gereklidir. Tarih affetmez diye bir söz vardır ya. İşte önemli olan o yanılgıya ve o hataya düşmemek. Gerçekten de Tarih affetmez.